SlideShow

1

Triology

Bu kesinlikle çok deneysel bir paylaşım; çok beğendiğim üç şarkının sözlerini iç içe geçirip anlamlı bir şiir ortaya çıkarmaya çalıştım ne kadar başarılı oldum bilemiyorum. Umarım hoşunuza gider.
Daha fazla emek verip daha güzel şeyler ortaya çıkarılabilirdi.

Poetry from three different songs lyrics :

I want to hide the truth
But my hands been broken, one too many times
But with the beast inside
There’s nowhere we can hide
So I'll use my voice, I'll be so fucking rude
Don’t get too close
Look into my eyes
Cast off those wide-eyed hopes and dreams
When you feel my heat
Mind matters matters not
Just stay ahead of me
The path we made is clear
Don’t get too close
It’s dark inside
No need to see you there 
Words they always win, but I know I'll lose
And I'd sing a song, that'd be just ours
But I sang 'em all to another heart
And we'll lose 
Look into my eyes
And I wanna cry I wanna learn to love
But all my tears have been used up
Don’t get too close
It’s where my demons hide
This is not safe for me to see



The list of songs:
Dark Tranquility - Mind matters
Imagine Dragons - Demons
Tom Odell - Another Love
0

Fifthy shades of music


Kaydı mı bir kere insanin kemanının yayları; öyle kolay kolay oturmuyor hiç bir şey yerine..
Ne demiş bir gün ezgi o beyaz defterine :

'Eksik bir şey mi var; anlayamam...
Kalksam duraktan dolmuş gibi, arka koltukta unutulmuş gibi.. Terliklerimle gelsem sana sonunda aşkı bulmuş gibi...'

Herhalde pek bi eksik kalmamıştır artık.. Çok severim Ezginin Günlüğü'nü; ama onlar öyle her gün dinleyebileceğiniz tarzda bir grup değil. Çakralarınızın açık olduğu, duygularınızın mantığınızı yatağın demirlerine kelepçeleyip kırbaçladığı zamanlara yakışan bir grup; sizin anlayacağınız eski zamanların fifthy shades of music ' i.
Özlemişim; hem de öyle böyle değil be. Kendimi zamanın sokaklarında rüzgara karşı koşar gibi hissediyorum ve öyle bir koşuyorum ki sanki uçarcasına; beni tutacak ne bir kaldırım ne bir gökyüzü var sanki. Bütün tutulmalara inat, güneşe gölge düşürebilecek yine bir tek benim.. Koşuyorum terliklerimle...

Öpüldünüz.
0

Ağır göte gelmek



Mansik yazısında size Aralık'ta solo bir Riga gezisi yapacağımdan bahsetmiştim. Şu an yaptığıma henüz pişman değilim aslında bana göre pişman olmayacağım ama mantıksal düşünürsek çok pişman olacağım bir gezi oldu; sizin anlayacağınız ağır göte geldim.
Oraya birazdan geleceğim; önce biraz Riga hakkında yüzeysel bilgi vereyim. Old town gerçekten muazzam; dar sokaklarında şık barlarıyla ve o eski mimari yapılarıyla sizi sizden alıyor. Benim gibi Aralık ayında giderseniz arnavut kaldırımlarında kayıp düşüp beyninizi akıtmanız kuvvetle muhtemel; neyse ki ben bir iki bale dansı hareketiyle götü kurtardım.  3 günde sadece şehrin merkez bölgesini gezdim ki bu benim tembelliğimden ve havanın soğukluğundan kaynaklandı. Yoksa bütün şehiri gezmek için bir buçuk gün yeterli olur. Benim size tavsiye edeceğim mekanlara gelirsek liste şöyle :
Easy Beer: Size verilen elektronik kartla gidip bira musluklarından self service yapabileceğiniz gayet hoş bir pub. 30 farklı bira çeşitiyle istediğinizi deneyebilirsiniz. Ben 15 ini deneyebildim ve uzun süre normal bira içebileceğimi düşünmüyorum.

Rock Cafe : Hem oturup içmek için güzel bir mekan hem de partilemek için. Gece 1 den sonra üst katında parti tadında canlı müzik veren gidilmesi gereken yerlerden biri. Coyote Fly adlı klübe nazaran 10 kat daha iyi.

Folkklubs ALA: Orada pek fazla vakit geçirmek fırsatı bulamadıysam da zevkine güvendiğim biri tarafından tavsiye edildi ve içerisinin atmosferi gayet hoş. Yemek için rezervasyon yapmanız gerekebilir.

B-Bars: Gayet ciks bir bar; genelde 30 yaş üstünün takıldığı ve herkesin şık olduğu bir restorant bar. Gece 12 den sonra dj ve kokteyllerle beraber değişik bir karaktere bürünüyor. Kesinlikle gidilesi.

HHC - Hardcore Hangove Club : Eğer lokal ufak bir mekan görmek istiyorsanız kesinlikle gidin derim; yerlilerin gittiği gayet salaş ve ucuz mekan. 

Mekanları anlattık şimdi insanlara geçeceğim ve tabi niye göte geldiğim konusuna. Sanırım 10-12 kişiyle falan tanışma fırsatım oldu. Kimisiyle daha kısa kimisiyle daha uzun vakit geçirdim ama çoğu gerçekten zevk veren enteresan kişilerdi. Misal tanıştığım kızlardan biri eski dansçıydı ama ilginç yanı dansçı olması değil de müthiş komik olmasıydı. Kara mizahı bu kadar iyi kullanan bir insanı tanıdığımı hatırlamıyorum. Onun dışında tanıdığım çiftin amerikan olan erkeği Mike'ta müthiş pozitif ve komik bir insandı; kendisi 40 yaşını geçmiş olsa da enerjisi beni benden aldı desem yalan olmaz. 
Ve son olarak gelelim su gibi türkçe konuşabilen Letonyalı'ya.  Aslında çok fazla söyleyebileceğim bir şey yok ya da söylemek istemiyorum ama uzun süre sonra ilk defa çok heyecanlandım ve bu güzel bir şey... 

Ve tabi ki yazının şarkısı
0

Nasılsın!?


Hayatta keşfetmenin sonu yok ve bu önerme aslında her şey sonsuzdur önermesini ortaya çıkarıyor; bunun doğruluğu sorgulanamaz çünkü her şeyi keşfetmiş bir varlık yok; ki zaten her şey sonsuz olduğu için böyle bir varlığın olma ihtimali de yok.

Hassiktir ya; ben felsefe yapmaya gelmemiştim aslında. Kendimi mimarlık yerine felsefeden hoşlanan schmosby gibi hissettim.
Olay keşfetmek; dolaylı yollardan keşfettiğim o mütüş ikiye on kala şarkısı olay.

Bazı şeyler telefonda eksik kalır

Ahizenin başında kuramadığım göz temaslarına inat kelimelerim ne kadar ruhsuzlar. Kim bilir kaç ilişki zedelendi bu şeytan icadından.

Ben o kadar çoktum ki anlaman imkansızdı tek duyuyla.

Nasılsın diye sorduğunda neler anlatasım var
Ama bunlar bilmek isteyeceğin şeyler değil

Oha! En son kim bana nasılsın diye sordu; yani gerçekten nasıl olduğumu öğrenmek amacıyla o doğru tonlamayla içimi hedef alarak sordu. Ya da hiç soruldu mu; kalbim düğümlendi şuan. Kafamda 'Nasılsın' sorusunu müthiş tonlama ve hafif eğilen bir kadın var ve sahne tabi ki siyah beyaz.

Belki tek bir kelime,
Yeterdi  bütün ruhumu sapsarı sana dökmeme.. 
Nasılsın!? 

İyi değilim; aslında hiç iyi olmadım ben. 

Otobüsler kaçar yoksa duraklar yalnız kalır...





0

Ruhkolik




Ruhum alkolik olabilir ama bedenim asla. Kulaga Garip bi yanilsama gibi gelse de ruhumuzun ihtiyaclari bedenimizin ihtiyaclarindan daha fazladir.

Yaklasik bir bucuk yildir yapmak istedigim seyi arkadaslarin tembelligi sagolsun bugün yapabildim hatta suan yapiyorum. Kimseyi suclamiyorum suc kesinlikle benim baskalarina bagimliligim; ne kadar alt seviyede de olsa sonucta mevcut. Kendine kizmakta bir marifet; neyse...

Sans veya kader bugüneymis ya; Kingswood adli muhtesem gruba denk geldim. Barda solo sekilde götümü yerlestirmisken ücüncü pale ale esliginde uzun süre sonra ruhumu besliyorum. Ne kadar uzun olmus ruhumu beslemeyeli; hedonizmin doruklarinda yasarken üvey evlat muamelesi görmüs sesini cikarmadan; zaten avaz avaz bagiracagi ses telleri de yok. Oysa cigliklariyla en cok canimi yakan oydu. Gelecegini görebilmek baska icinde yasayabilmek bambaska. Eger düzgün bir cocuk olursaniz 3 zaman dilimini de ayni anda yasayabilirsiniz. Saygilar


Ps:Bu yaziyi Bremen sehrinin Litfass adli barinda tek basima Kingswood konserini dinlerken kaleme aldim.


Ve buyrun size secme bir sarki..

Klibini izlemenizi öneririm.

How many times I count the minutes?
Endless digits push the limits
On everything that's lost between you and I
And after all is said and done, don't take a seat, it has begun
The little glimmer tells me something is astray
Tells me something hasn't changed

'Cause every night I go to bed
I think of you instead of closing my eyes and sleeping
And it's your lips I want to taste, they're such a shame to waste it
Why don't you embrace your creep?


How many lessons have I learnt?
How many secrets stay unturned?
Another feeling tells me something's gonna change
The after instance of sudden difference
Propels the systems of my resistance
While you insist on you and I


Every night I go to bed
I think of you instead of closing my eyes and sleeping
And it's your lips I want to taste, it's such a shame to waste it
Why don't you embrace your creep?
0

Side effects


Sanırım caption herşeyi açıklıyor. Eskiden kadere hiç inanmazken şuan itibari ile bir sorgulama içerisine girmedim desem yalan olur. Acaba hayatımızda hiç seçim yapıyor muyuz ?! Yoksa herşey ufak tesadüflerin manipülasyonu mu ...
Denize attığınız taşın sıçrattığı tuzlu su buhar olup teninize yapışıyor; nemlendirici almaya giderken yolda gördüğünüz iş ilanına başvuru yapıyorsunuz ve orada çalışan o güzel kadın/erkekle aynı ortamda sık vakit geçirdiğinizden dolayı uzun süreli bir ilişkiye başlıyorsunuz. En başa dönersek taş atmak bir seçim gibi gözükebilir; taşı atmamış olma ihtimalimiz tabi ki var ama çok önemi var mı onu bilmiyorum.  Kendimize alternatif hayatlar çizebiliriz ama hepsinin yazılmış olma ihtimali beni geriyor; sizi bilmiyorum.
Aslında ben buraya capste yazan sözün şarkısı için gelmiştim.

'Our existence has serious side effects'

Katılmadan edemeyeceğim;
Hem seni zehirlemeden, 
Nükleer atıklarımla sevmeden, 
Gidemeyeceğim... 


And my therapist said
"We've evolved through a series of accidents."

Oysa o kadar yalnızdım ki,
Beni bir terapistle yakınlaştıracak,
Şizofreniye bile razıydım.


That's what my therapist said
We're alone in this wilderness

Ve yine susuyoruz. 

0

Mansik

Seni severdim ve sana rağmen. . .
Bugün 31 yıl sonra kendime manik depresif tanısını koydum. İnsan profesyonel olarak psikolog olmayınca kendi psikoloğu olabiliyormuş. Hep derim bu dünya amatörlerindir diye. Profesyoneller paranın yeşilinde boğulmuş ruhsuzlar ordusundan başka bir şey değildir.
Geçen hafta doğum günümdü benim; evet çok dikkatlisin 31 oldum. Adetten midir manik depresiflikten mi bilemiyorum ama her yıl doğum günümden sonra kendi kendime şartlar koyuyorum. Mesela bu senenin yeni şartı daha çok dışarı çıkmak ve daha çok gezmek. Bazen bu şartlara uymak için kendime çok sert davrandığım olsa da kimi zamanda yavşaklığımdan geçilmez.
Yine de bu sene iyi başladım diyebilirim. Daha 1 hafta geçmeden ufak bir Berlin trip gerçekleştirdim; gerçi bu gezmekten çok bizim götten bi arkadaşı ziyaret amacıylaydı. Rötar mötar derken 10 saatlik süper kahraman tadında yolculuktan sonra Berlin'de çok dolu 36 saat geçirdim. Şuan Aralık'ta ki solo Riga yolculuğumu beklerken gelecek hafta sonuna Amsterdam planı eklesem mi diye kafa patlatıyorum. Tabi ki Amsterdam'da solo.
It-solo, solo, everybody
Woop, woop, woop, woop, woop, woop, woop

Dedim ya manikim diye bu aralar ve bir o kadarda depresif. 


Zaman kaymasına uğramıştı,
Şakaklarını yumuşatan o iki,
Kalbinden aşağı yuvarlanan... 
Paralel dudakların arasında sıkışmıştı,
Yere bakan kısmı,
Murphy'nin aklında yatan...
Ve ben yine ters köşeye yatmıştım,
Ters ilişkiye ters bir bakış açısından.. 
0

Yalnız iyi utandık


Utanmaya alışkınız da aynı boku bin kere yemek nedir kardeşim. İyi ki Dünya'da çeşitlilik var; bütün Dünya'nın bizim Ülkemizin insanlarından ibaret olduğunu düşünsek intihara yatkınlık katsayımız artar. Boşuna dememişler sükunet altındır diye; e normal tabi götten çıkan gümüşü kim netsin.
Euro 2024 geyikleri gerdi beni bu kadar. Almanya'da yaşadığım doğrudur ama alaman falan değilim. Yine de vizyonları analarının iç çeperlerinden ötesini geçmeyen insanların sağda solda sosyal mecralarda yaptığı paylaşımlara gerildim. Her yerde fink atan 'Yes to racism' belden aşağı vurmaktan başka nedir bilemedim. Lan Mesut kim; yediği kaba tüküren kaprisleri yüzünden pezevengini değiştiren bir kevaşeden başkası değil. Bir demecin bir diğeriyle örtüşse eyvallah der geçeriz. Son zamanlarda yaptığın işte ki başarısızlıkla gündemde olduğun için gündem değiştirme, dikkat çekme oyunları bunlar. Sen zaten Atatürk'ün 'Ben sporcunun zeki, çevik ve ahlaklısını severim.' noktasına bile uyamıyorsun. Zeki ve ahlaklıyı zaten çok gördüm de, çevik bile değilsin.
Neyse siktir edelim şimdi bireyleri ve soralım kendimize kim daha ırkçı diye. Wtf birader; gerçekten ırkçılık dediğin şey bizim ülkede çok daha üst seviyede. Zaten içinde binlerce bölünme yaşamış bir ülke olarak aksini iddaa etmek zor.
Neden Türkiye Euro 2024'e seçilmesine cevap :
- Taciz olayları almış başını gidiyor.(Özellikle turiste)
- Turistik fiyatlandırma zaten malum.
- Can güvenliği ayaklar altında.
- Terör olaylarına karşı istihbarat epey zayıf.
- OHAL'den taze çıkmışsın.
- Diplomatik olarak dostumun dostu, dostumun düşmanı  ne olursan sikimde değil düşmanımdır modu.
- Basın özgürlüğünün üstüne basılmış olması.
- Bilimum seviyeye ulaşmış yasaklar : Paypal, Booking vb.
- Alkol kullanımının birçok şekilde sınırlandırılmaya çalışması.
- İnsanların diğer insanlara saygısının olmaması.

Bu liste böyle uzayıp gider de uzatasım yok.
Keşke artık şu çuvaldızı kendimize batırsak hatta götümüze soksak. Yanlış anlamayın lan en çok biz çekiyoruz bu çileyi; yeri geldiğinde en milliyetçi de biziz. Gururla giymek istiyoruz Vatanımızı ruhumuzun üstüne ve göğsümüzü gere gere sokaklarda dolaşmayı. Ama sonuç hep hüsran; boynumuz bükülüyor sizin gibi amipler yüzünden ve utanıyoruz biz içten içe de değil artık.
0

Tahoe esintisi



İnsana eser bazen; nerden veya neden estiği belli olmayan bir esinti; belki Tanrı'nın nefesi belki de bağırsaklarında biriken hevesi. Böyle düşününce insan kendini micro service gibi hissediyor. Her arzumuz için bir insan olsaydı; oh be. Mesela Tanrı cinsel dürtüleri için Johhny Sins'i görevlendirmiş gibi. İyice cıvıttım yine. Oysa ben gayet duygusal nedenlerle gelmiştim buraya.
Geçen Pazar gecesi havanın yağmurlu olmasından mıdır yoksa benim hormonlarımın ıslaklığından mıdır bilinmez içimde ki dürtü beni 'City of Angels' filmini izlemeye itti. Ki ben öyle böyle sevmezdim bu filmi ve filmin soundtrack'ini . Bana göre film ve soundtrack uyumu olarak değerlendirirsek still the best diyebilirim.
Nicholas Cage ve Meg Ryan gerçekten sevdiğim iki oyuncu bu filmde o kadar doğal bir şekilde uyumlular ki anlatmak imkansız. Film 20 yıl önce 1998 yılında piyasaya çıktığında 11 yaşında bir velet olarak sinemasına gitmiş olma ihtimalim yok. Tahminimce ben filmi 15-16  yaşında izlemiş olmalıyım. Tabi ki o zamanlarda yaptığı etkiyi yapamadı üstümde. Nedenini sormayın, çünkü ben de bilmiyorum.
Filmde özlediğim şeyler ise şöyle ; gözlerin ne kadar etkili olduğu, Ernest Hemingway'in müthiş betimlemeleri, bazı hislerin ne kadar küçümsendiği ve tabiki çılgın zamanlarda yaşamanın bize düşmemiş olması . Ve tabi Tahoe gölünün güzelliği.
Ve tabi ki Iris.


When everything feels like the movies
Yeah, you bleed just to know, you're alive
0

I am f*ckin awesome

I am f*ckin awesome but still mind matters   ...
Önermelerimin yanlış olduğuna siz dahil pek az insan şahit olmuştur ve bu önerme de bunlardan sadece biri. Çok boşvermişliğim olsa da abuk subuk şeylere adanmışlığım çok üst seviyelerde.
Türkiye de üniversite okuduğum dönemlerde metalci kankanın da desteğiyle baya bir black ve death metal dinler olmuştum. Bir çoğunu öyle ağzımı şapırdatarak dinlesem de aralarında böğüre böğüre dinlediklerim de vardı. Aradan on sene geçince  hatırlaması pek kolay olmadı tabi. Bizim büronun kimyasal kokan klozetine oturunca aklıma gelen dark kelimesiyle kafamda tranla ilgili bişeyler dönmeye başladı. Hadi google amca höpürt diye buldu grubu da şarkının adı hakkında en ufak bir ipucu yok. Tabi ben beni bildiğimden patlamadılar ensemi ve görsel hafızama güvenerek Dark Tranquility'nin bütün albüm ve şarkı listelerini açtım. 2010 yılından önce çıkmış bütün albümlerin şarkı isimlerine göz gezdirdim; tam hiçbiri değil lan bunların derken onunla göz göze geldim. Hani hiç görmediğin bi yabancıyı tanıdığın hissi vardır ya içinde. Ufacık bir an göz göze gelirsiniz ve hassiktir dersiniz; işte bizim ki de aynen öyle oldu.
Yani sizin anlayacağınız işin özeti :
Mind matters ...
0

Gitmek


Zıt kavramlar birbirlerini yaratır; hiç kimse kalmasaydı gidenler de olmazdı. Bütün kavramları ele alamayacağım maalesef; bugün gıtmek ve kalmak arasına hamak gereceğim. Beklentinizin aksine ilişkisel gitmekler değil konumuz.
Nevada'nın Mojave çölünde son hız giden o sarı otobüsün içinde en arka camdan dışarı baktığınızda göreceğiniz tek şey toz toprak; bu önermeyle ne kadar kal diyor gibi gözüksemde aslında diyemiyorum. Çünkü çölün ortasında zaman bizi kelimenin tam anlamıyla tüketir. Zaman aslında Güneş'in kız kardeşi susuzluğun amca oğlu ve benimse fuck buddy'imdir. Demem o ki asıl önemli olan eylem değil eylemin içinde ki detaylar. Nasıl gittiğinin önemi yok giden gitmiştir gibi beylik sözler edenler toplumsal ihtiyaç kredisi çekme eyleminde bulunanlardır. Gitmek kaçınılmaz bir eylem; o yüzden herşeyden çok asıl önemli olan nasıl gittiğinizdir. Arkasına bakmadan gitmek, üstüne basıp gitmek, gözü arkada gitmek, sözü arkada gitmek, siki elinde gitmek, kalbi elinde gitmek , midesi ağzında gitmek, topukları götünde gitmek, gözü yaşlı gitmek vs vs. 
Oysa zamana yaymalı gitmeyi; geçmişin zehirli dikenlerini hissede hissede  yavaş yavaş çıkartmalı tenimizden. 
Benim hayalimde ki gitmekse şöyle aslında: 
Siyah Mustang Eleanor'uma atlayıp 1. viteste bağıran hayallerimin sesini 5.vitese alarak anında kısıp kanımda ki zehirden yaptığım o alkol şişesini ağzıma dayayarak Death Valley'e son gaz basmak. 



Source of images: https://www.deviantart.com/ivanandreevich/art/Mojave-Desert-160397001
https://www.deviantart.com/nymphantom/art/mustang-WonB-326603045
0

Keko

Arada öyle egzantirik kelimeler kullansam da ben çok cafcaflı biri değilim. Buralarda edebi takıldığıma bakmayın; gerçek hayatta bazı anları saymazsak gayet tek düzeyı düze düze konuşurum; erkek ortamında ağzımdan argo eksik olmazken bir bayan olunca şıp olurum bi güzel. Herşeye rağmen dilime pelesenk olmuş o müthiş pezevenk kelime 'Keko'. Bizim ailenin vazgeçilmezlerinden biri desem yalan olmaz sanırım. Kelimenin anlamı hakkında pek bi bilgim olmasa da bizim için 'şaban, ufaktan aptal' ın yumuşatılmış versiyonudur . Çok severiz. Keko musun biradeer..

Ben de bunu kendime soruyordum az önce. Ulan ben Oğuzhan Koç , İdo tatlıses , Çağatay Akman falan dinliyorum. O değil Ediz bile dinledim laan. (Yanına yanına al beni yanına )
Kendime soruyorum keko muyum lan ben.

Reklam arası:
Bizim iş arkadaşlarından biri elinde ufak bi çamaşır leğeniyle geldi çocuklar gibi sevinerek eski kağıt çöp kutusu buldum dedi. Evet çok abzürt.

Neyse ben soracağımı sordum ve kaçıyorum. Aslında benim keko olduğumu en çok belli eden şarkı ise İsmail Yk dinlemiş olmamdır Nokta. Kimse bozulmasın; bu bir özeleştiri yazısıdır. Sizin dinliyor olmanız keko olmanıza neden olmaz bu denklem sadece benim için geçerli.
0

Sikip Tuesday


Skip the Tuesday gibi bir durum oldu yapacak birşey yok maalesef. Bugün siktiri boktan başlayan haftaya ve sabaha rağmen kendime geleceğim.Ve buna en çok yardım edecek kişi Jack Savoretti olacak. Hatta şuracığa ekleyeyim en sevdiğim şarkısını...
Whiskey Tango


Haftam şarkının dediği gibi şöyle başladı :

The poison of sadness
The breaking of the heart

Ama şu hale gelmek üzere :

Whiskey tango
From the top
I will blow your mind
I just can't stop

Ve aslında at the end :

I'm a liar
I'm a thief

Yeni projeden mi, Türkiye'den yeni dönmüş olmamdan mı yoksa hiç sebebsiz ben olmamdan mı bilemediğim saçma bir dönemdeyim. Depresyon diyemeyeceğim de açlık dönemindeyim sanırım. Hedonizmin musluklarına ağzımı dayayıp kana kana içesim olan bir döneme girdim yine; hani Maldivler'de altın sarısı saçlarını altın sarısı kumlardan ayırt edemeden güneşin bile giremediği en karanlık köşelere bütün tutkularımla ilerlesem . . . Ruhunun aynası olduğunu sandığım bedeninde kendimi kaybetsem ! Sen yine Tanrı yerine beni suçlayacaksın.. Çirkin ruhlara en güzel bedenleri veren Tanrı değil mi; ve bizi en orospu hayallerde tutsak eden ! 
Ah yine de seviyorum bu dengesizliği . Çokta sikimde değil desem yalan olur; bugün ilk insan gibi gördüğüm en güzel kadına taparken yarın spontane bir düşünceyle bütün haremimi terkedebilirim.
At üstünde kanlı gökyüzüne koşan, güneş tutulmalarından hayalleri karanlıkta kalan, açık arttırmayla ruhunu şeytana satan ve belki de kalbinin kirpiklerini ıslatanım ben.. Aslında hem hepsi hem de hiçbiriyim...

I've been falling for the day 
Like I'm falling for the night 
Running from the darkness 
Till I'm running from the light

                                                    Source of image:https://www.deviantart.com/antryg-a-silicon-sky/art/Laphroaig-18-141416724
0

Complicated monday mode


Bu hafta bir değişiklik yapıp her gün bir yazı yazmaya çalışacağım. Dünle bugün arasına mevsimsel farklılıklar sığdırdıysam da içim yinede daralıyor. Sanırım ironi en çok böyle zamanlarda çarpıyor insanı. Ruhumda güzel bir melankoli var, sonbahar yağmurundan hallice. Hafif heyecanlıyım; üstüme atılmış ölü toprağının dekorları sarı yapraklar titriyor heyecanımdan. Bir durup soluklanasım var; neye yarar, oksijen yaramıyor bana. Gökyüzünün çocuğuyum ben atmosfer sizin olsun. Hem en çok yere çakılmayı severim ben; Tanrısal çekimlerin aksine hayvansal çekimler sarar bedenimi. Hiç utanmam düşüncelerimden; bir katilin parkasını geçirdiğimde üstüme saklanırım senin gölgelerinden. Dudaklarımın arasına yakışan sigara kadar da ruhuma dumanı yakışır aslında. Görüpte hissedemediğin bir çok şeyin üstünden mario misali atlarken topladığın altınlar seni sonuca götürmez. Bir oyunun tadını almak istiyorsan içine girmelisin; ölmeden tadını alabileceğini sanmıyorum. Hayatta da bir kaç kere Game Over yazısını üstümüze geçirmeliyiz. Değişik bir pazartesinden saygılar ve sevgiler.


Source of Image:https://www.deviantart.com/adnrey/art/Chess-king-65661133
0

Alıntı - Kurt

Evet, ben arada kitapta okuyorum. Eskiye nazaran daha az okuyor olsam da hala fırsat buldukça okuyorum. Geçenlerde sohbetiyle bende güzel ve melankolik ruhların neslinin tükenmemiş olmasının umudunu yeşerten kişinin tavsiyesiyle Hermann Hesse'nin Bozkırkurdu adlı kitabına başladım. Kitabın orjinal adı : Steppenwolf. Kitabı henüz bitirmediğim için fazla detaya girmeyeceğim ama okuduğum sayfalar arasında güzel bir paragrafa rastladım ve sizinle paylaşmak istedim.


'' Gerçekte çekilen acılardan gurur duymak gerekir, her acı bize yüksek bir aşamada bulunduğumuzu anımsatır.' Ne ilginç, değil mi! Nietzsche'den seksen yıl önce söylenmiş! Ama benim size göstereceğim cümle bu değil, bekleyin bir dakika - işte buldum. Okuyorum: 'İnsanların büyük çoğunluğu yüzmeyi öğrenmeden yüzmek istemez.' Ne anlamlı bir söz, değil mi? Yüzmek istememeleri doğal, çünkü karada yaşamak için yaratılmışlar, suda değil. Ve düşünmek istememeleri de doğal, çünkü yaşamak için yaratılmışlar, düşünmek için değil! Evet, kim düşünürse, kim düşünmeyi kendisi için temel uğraş yaparsa, bunda ileri bir noktaya ulaşabilir; ne var ki, karayla suyu değiş tokuş etmiştir böyle biri ve bir gün gelir suda boğulur." '
Fazla söze gerek yok sanırım.
0

FB-Benfica


Dananın kuyruğuna geldik artık; tarih 14 Ağustos 2018'i yani Fenerbahçe-Benfica maçını ayağımıza getirdi. Az buz değil tam tamına 10 yıl oldu Fenerbahçe şampiyonlar ligine gitmeyeli...  Sanırım bu hem Fenerbahçe hem de ülke için büyük bir utanç. Futbolun önde gelen bir vitrin olduğunu düşünürsek biz vitrin dışında ki ciğerci kedi kıvamındayız.
Futbolcularımızın bu maçı kazanacaklarına dair inançları az görünsede taraftar yıllar sonra kenetlenmiş durumda. Bu kenetlenmişlik oyuncuların hırsında ve isteğinde gözlemleniyor. İnanmak başarmanın yarısıymış derler ama bugün istemek başarmanın yarısıdır. Eğer bugün elimizde ki imkansızlıklara rağmen kadroda ki ruhsuzları(Giulaino,Dirar vs.) banka oturtabilirsek bir şansımız var. Uzun yıllar sonra ilk defa tomurcuk düştü bu taraftarın gönlüne ve umarım çabuk solmaz.
Türkiye saatiyle 21.00 da başlayacak olan maç maalesef D Smart kanalından yayınlanacak. Onun dışında internette düşük kalite illegal yayın bulmak mümkün.
Benim için ideal Fenerbahçe ilk 11'i şu şekilde:

Volkan
Isla Yiğithan Skertel Hasan Ali Kaldırım(HAK)
Souza Eljif
Barış Mehmet Ekici Valbuena
Ayew

Yiğithan yerine maalesef Neustadter oynayacak ama ne yapalım hayallerle gerçekler bir türlü tutmuyor. Herşeye rağmen bu akşam gönlümüz sarı lacivert.

0

Runaway Bride Dollar


Şimdi benim Almanya'da yaşadığımı okuyanlar zaten biliyor ama okumayanlar için bi daha söylemiş olduk. Daha eski okuyanlarsa Almanya'ya ilk geldiğim zamanları bilir. Yani ben Almanya'da doğup büyümüş jenerasyondan değilim. Bilakis İstanbul'un arka mahallelerinde usülüyle raconları öğrenip üniversite için yurtdışına kapak atmış biriyim. Ne kadar politikayla haşır neşir olmasam da son dönemde buralarda ki konsoloslukları tavaf etmişlim doğrudur. Sonuca etkisi oldu mu pek sanmıyorum. Velhasıl ben arasıra böyle memleket ve aile aşkıyla tutuşur dururum ve kafamda acaba dönsem mi planı yaparım. Memleket bu ya; sen misin lan kodumun düşüneni der gibi bam diye yapar bişey. Bu sefer yaptığı zaten malum. TL' nin değeri burada götünüzü sileceğiniz zımpara kıvamında ki tuvalet kağıdıyla eş değer oldu.. Biraz kapitalist ve bencil biri olsam üzülsem mi sevinsem mi durumuna çok uygunum ama şu an sadece üzülüyorum. Burada kazanıp orada bozdurup harcayacağım eurolara sokayım efenim. Hal böyle olunca memlekete  daha sık gelip sıcak para sokasım geliyor ki benim sokacağım sıcak paradan bi poh olmaz. Onların doları eurosu varsa bizim Tanrımız var, rakımız var ,aga nigi naga nigimiz var; tecavüzcümüz var abazamız var.. Bize has o kadar çok şeyimiz var ki; anlatamam. Zaten anlatmaya da gerek yok. Bugünlerde bilmem kaçıncı dünya ülkesi olmayı iyice iliklerimizde hissederken gerek iç politikayı gerek dış politikayı kesinlikle suçlayabiliriz. Ama dış güçleri bu denli suçlayan kesime soruyorum; biz değil miyiz Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti. Kim bizi dış mecralara bu kadar bağımlı hale getirdi ! Bizi bağımsızlığımızdan eden iç ve dış bütün etkenlere yazıklar olsun.
Utandık; döviz kuru utanç katsayımızla doğru orantılı.
0

Globus


Uyluklarından akan ılık düşler gibiyim,
Molaya duran otobüslerin yolcuları gibi,
Kimi zaman yorgun,
Kimi zaman kıpıp kıpır ...
Ya yeni doğan güneşin,
Sıcağını tutuyorsun içinde,
Ya da bir falcının kristal topu gibi,
O gizemli soğuk rüzgarları...
Gözlerinden aşağıya inip,
Kadınlığına değdiğimde,
Tanrı beliriyor kafamın çeperlerinde... 
Ve ben o tropikal yağmurları düşünüyorum
Ilık sıcaklığında.
Sana varmak 
Özgürlük demek.
Ve kalan gidenden çok olamaz,
Çünkü gitmeyen bir sen,
Aslında sen değilsin,
Ben haritasında... 

Yazının şarkısı için TIK TIK



Source of Picture:https://www.deviantart.com/littleconfusion/art/11-sun-rays-374161872
0

Elbet


Ne seviyorum biliyor musun !?
Bulutlarin üstünde 
Emekleyen,
Camdan hayalleri.. 
Ne görüyorum biliyor musun;
Gönlü gökyüzü dolmus,
Icini biraz da deniz tutmus,
Tirnaktan ruhlari... 
Ne düsünüyorum biliyor musun!?
Sakilik yakisiyor Tanri'ya .. 
Anlamasaydi meyden,
Koymazdi bizi ayni masaya...
Artik bilmene gerek yok;
Ayni siseye sigamadiysakta,
Karisiriz birbirimize elbet...

________________________________________________________________________
In English:

Do you know what i love ?
Over the clouds,
Crawling vitreous dreams.
Do you know what i see ?
Heart filled by sky,
Got a bit seasickness,
Souls made from nail..
Do you know what i think ?
Being Dionysos suits to the God,
If god have no clue about quencher,
Doesn't bring us to the same table..
No more you need to know,
Doesn't matter that we couldn't go into same bottle,
Eventually we will blend together...




Source of Picture: https://www.deviantart.com/decklansheur/art/ASK-I-RAKKASE-EFKAR-I-RAKI-48804078
0

Yeni Baslangic: FB-Benfica


Uzun zaman sonra bir maçı heyecanla beklemiştik Fenerbahçe taraftarı olarak. Tabi ki içimizde öyle Pollyana umutları yoktu ama ufak birşeyler yokta değildi hani. Ve dün tarih 7 Ağustos 2018'i gösterdiğinde maç için yerlerimizi aldık. İlk 30 dakika gerçekten bizi umutlandıran şeyler görsekte sonrasında bütün umutlarımız kül oldu. Anladık ki şu takımın oyuncuları geçen yıllarda hiç ağır antreman görmemişler. Adeta 30 dakikada bütün takımın kondisyonu yerle bir oldu. Sahada gücü kalan tek futbolcu Dirardı; tabi ona da futbolcu diyebilirseniz. Kendisi bir sporcu olabilir ama futbolcu asla. Zaten gerek yaptığı yanlış paslar gerekse ileride ki etkisizliği bu sözümüzü kanıtlar nitelikte. Neyse medyanın kafası rahattı bu maç; günah geçisi aramaya gerek yoktu. Nasıl olsa Valbuena vardı; vurucam kırbacı Valbuena'ya. İyi bir maç çıkarmamış olabilir ama kötü bir maç çıkardığını da düşünmüyorum. Adam defansa müthiş yardım etti ki kendisi defansif özellikleri çok düşük olan bir oyuncu. Yaşı da olduğu için Benfıca gibi diri futbolcuları olan bir takıma karşı çift taraflı oyunu kaldıramadı ki gayet normal. Bu yüzden medya köpeklerini eleştiriyorum; sanırım aynı maçı izlemedik. Neden  Giuliano denilecek andavalı eleştiren yazılar yazmadınız; geçen seneden beri sürekli düşüşte olan ve vücut dilinden sanki antremana hiç çıkmayan bir oyuncu gibi gözüken Giulianodan neden bahsetmediniz. 90 dakika boyunca bir orta saha olarak topa en az değen oyuncu. Ne defansif ne ofansif olarak herhangi bir katkı sağlamadığı gibi herhangi bir vasfı olan bir kişilikte değil. Alper Potuk'u saymıyorum zaten; kendisi benim için porno sektöründe oynayan bir aseksüel. Bir insan bu kadar mı asportif olur; onun da antremanlara çıkıp çıkmadığı meçhul. 5 senedir zerre bir artış görmedik.
Emre Bol, Cocu'yu orta sahaya oyuncu yerine Soldado'yu aldı diye eleştirmiş. Ekici'yi aldıktan sonra elde kalan tek orta saha oyuncusu Ozan Tufan. Performansı ortada, gidip gitmeyeceği belli değil; bu adamla mı güçlendirsin orta sahayı. Bizim ülkede herşey boşken yorumcular nasıl boş olmasın.
Cocu'yu eleştirebileceğimiz tek nokta Barış olabilir; ki o da gayet anlaşılabilir bi durum. Yeni takımınla ilk resmi maçın Benfica deplasman maçı ve ona karşı takıma yeni gelmiş defansif yönü düşük olan 18'lik bir oyuncuyla başlamak istemiyorsun. Kesinlikle kabul edilebilir.

Takımın en kötülerini sıralarsak şöyle;
Giuliano; nedenini yukarıda yazdım.
Neustadter; bizi bitiren oyuncudur aslında. Gerek defansta ki yumuşaklığı ve pasifliği gerekse rakibe giden 100 tane şişirme pası bizi kendi alanımıza hapsetti. Aykut Kocamanın Neto yerine entegre edip içimize soktuğu başka bir hıyar.
Alper Potuk
Dirar

Bu dört futbolcunun dışındakiler herzaman ki gibi inişli çıkışlı futbolunu sürdürdüler. Volkan Demirel'in yediği basit gollere zaten taraftar olarak alışkınız.
Umarım haftaya Soldado,Ayew ve Barış üçlü değişikliğiyle turu atlarız.
0

Ben geldim

Aa harbiden ben geldim. Nasıl oldu bende bilmiyorum ama 2 yıl sonra gecenin bir saatinde melankolik youtube playlisti yaptıktan sonra üçüncü mojitomu alıp blogumun başına geçtim. Karanlıktaki yabancıdan kaçmaya çalışan bir ben olduğu için erteliyorum artık bu buluşmaları. Toplumsal normlara göre sağlıklı olanı öyleymiş.. Evet iyi bir işim ve çok güzel bir sevgilim var. Hayatım Tanrıya şükür çok tıkırında. Şükür veya tatmin modunda mıyım ? Tabiki hayır. Hiro var lan burda; yapraam. Öyle hava basıyorum da, bakma sen bana. İçim dışım iki bile değil. Keşke pi sayısı kadar öngörülebilir olsam; en azından kendim için. O bu değilde acaba yüzyüze görüşürmüyüz lan sizinle. Gerçi eski blog okurları nerdeee; Nikitanın saçımı kesmişliği bile var .

Nasıl kendini beğenmiş
Ağzından küfür eksilmezmiş
Ama güzel gözlüyüm... 

İşte bu definisyon beni define ediyor. Yüzyüzeyken konuşuruz sen ne güzel bi grupsun. Son birkaç aydır gecelerimin melankoli dozajını bu denli arttırabildiğin için size sonsuz sevgilerimi sunuyorum.
Duygularım sessiz moda alınmış sivri sinek modunda. Sizin anlayacağınız ben bir sik anlamıyorum. Bir düğmem falan olsa da kendime gelebilsem; otomatiğe bağlamış parmaklarımın hızını yakalayabilsem. İnsanların klitorisine giden yol benim cehennemime gidiyorsa benim suçum ne.
Bakmayın böyle boş konuştuğuma çünkü boş konuşurum ben; en azından beyaz sayfalarda.

Geldim ve gidiyorum.

30.07.2018 23:15
0

Libidonun Sarısı

Aslında herşey libidoyla başlar. Vücudunuz size o muhteşem hormon kokteylini sunduğunda hayır diyememe ihtimaliniz Tanrı'nın egosundan daha yüksektir.
Diyorum ya herşey aslında libidoyla başlar; bazen yeni bir iş, yeni  bir tatil ya da yeni bir sabah... 
Bu hikaye de böyle başladı işte... 
Anatomik saatim akreple yelkovana aldırmaksızın yemişti gazı ve gidiyordu çarpacagı duvara aldırmaksızın. Hayatta olan herşeyin bir sebebi vardır ya hani bu olayın da sebebi beni bloga yönlendirmek olabilir. Oysa bu kadar banal ve müstehcen bişeyin iyi bişeye vesile olacağını düşünmek düpedüz ahmaklık; neyse. Klavyede yazmak için harcadığım bilek enerjimi başka şeylere mi saklasam diye düşünmüyor değilim. O zehirli düşünceler hepimizde var o yüzden bırak yavşak yavşak sırıtmayı da hikayeye geri dönelim.
Anatomik saati bir kenara bırakırsak saat sabahın 8:25 iydi(evet benim için epey erken). Normalde bindiğim trende oturma alışkanlığım olmamasına rağmen oturmuştum ve olağanın aksine bir keko misali güneş gözlüğüm kapalı alana ihanet edercesine gözlerimdeydi. Hayat görevini yapmak zorunda olan bir robocop ve onu kimse durduramaz. Güneş gözlüğüme mi inat yoksa en sevdiği renge mi kabahat bilemem ama o şeffaf sarı kıyafetiyle burnumdan 10 cm uzakta duruverdi. Birşeye yakından bakmanın en kötü yanı bütününü görememenizdir; oysa ben bütün olmuştum en azından kısmen. Saniyeleri satırlara sığdırmak ne kadar güzel şey; sanki ömrüm uzuyor ve ben Cemal Süreya kıvamında güzelliklere sapıklaşıyorum..
İç güzellik ne kadar önemliyse iç çamaşırının güzelliği de o kadar önemli olabiliyor bazen ve hele ki sarının altında parlayan göz misaliyse. Ben ne dediğimi bi bilsem ! 
Sırt dekoltesinden gözüken turuncumsu bronz teninin üstünde ki o egzotik dövme de ne . Sol gözüm zaten sabit ama sağ gözüm yavaş yavaş aşağı yukarı kayıyor; en yukarı çıkıp o turuncu saçlarını gördükten sonra vücuduma pompalanan kanı yavaşlatmak adına en aşağı iniyorum; lanet olası hayat süprizleri seviyor  ve topuklu ayakkabılarının de desteğiyle o müthiş yuvarlağımsı seksiliği alan calfleri gözüme çarpıyor. Ve o iniyor trenden; bense yoluma devam ediyorum yüzünü görememiş olmanın şükrüyle. Günüm iş başında düşünsellerle geçiyor sayesinde.
Bu betimleme umarım onun obje olmadığını size iyi bir şekilde anlatıyordur; ruh ve beden bütündür. Ve bazen bedenin sunduğu görselin yanında ruhun yarattığı o enerji sizi alıp götürür. Bedensel içgüdüleriniz ruhsal enerji çekimiyle birlikte aynı yöne hareket ettiğinde kendinizi değişik bir boyutta bulursunuz.
Tabi siz bunları basite indirgeyip sadece seksüel sapıklık olarakta algılayabilirsiniz. Maalesef hayat siyah ve beyaz değil hatta sadece grinin 50 tonu da değil. Empati yeteneğiniz ne kadar gelişmişse renk yelpazeniz o kadar geniştir ve tat duygunuz evrimleşir.
Bugünlük libidoluyum yarın çok duygusal geri dönebilirim..



Son hızla giden bir motorsikletten indikten sonra garip bir depresyona girersiniz ya işte hayatımın temposuda buna sebep oluyor.
Sanki dünya ayaklarımın altında yavaşlıyor;
Tanrı sen en ironik varlık,
Çığ altında saklanıyor .. 
Hayatım boyunca o genel tatmin noktasına ulaşamayacağıma neredeyse eminim; buralara takılan anonim bir kişi güzel yorumuyla bana hitap etmişti ; Bir amaca bağlanmayan ruh, yolunu kaybeder; çünkü heryerde olmak hiçbir yerde olmamaktır. demişti tanıdığım melankolik bir adam yıllar önce.
Amaca bağlanmayan ruh kesinlikle bendim ve sanki bunu yıllar önce söylemiş melankolik adam da ben. Anonim kişiyle iletişim kuramadığım için cevabını öğrenemeyeceğim bir soru bu. 
İşte tatmin olamayacağımı bilmek beni aç bir hayvana çeviriyor ve hayatta herşeyi denemeye çalışıyorum. Tabi bu bazı noktalarda sınırları aşmaya zorlayabiliyor. Ki ben zaten sınırları hiç sevmem; arzularımın peşinden gitmeyi hep sevmişimdir ama esiri olmayı sevmedim. Her zaman ki gibi ipin üstünde kamasutra yapmaya çalışıyorum ama bu sefer biraz farklı; tek bir kişi yerine binbir ruhla ve eğer düşersem yere değil göğe çarpmak riskiyle. 
Bu garip yaradılışın ufak bir parçasını o müthiş sözleriyle betimleyen şarkı da size gelsin.

The Do  - A take away show 

We're breaking promises we thought we could keep
We trigger avalanches unknowingly, oh
We're not so different from convicts on the run
Freedom could kill us, but we'd rather go on
This is a journey and we wanna go far
They say we're selfish but this plane is on fire

We're breaking promises we wanted to keep
We trigger hurricanes unwillingly
It's our fault
When it all
Breaks into everyone's lives
Still we would do it again

0

Ne Farkeder?

"Bir sabah uyandim, yoktun ; arandim; yoktun..."

Evet gençler yüzyüzeyken konuşuruz kısmetse. .  . Yaş otuz olunca zaman kıymete biniyor. Eğer bişeyler yapabilme fırsatım varsa uykudan kısıyorum; eskiden olsa uyku haricinde bütün herşeyden kısardım.
En önemlisi insan Think'er lıktan çıkıp Do'er moduna girmeye başlıyor. En basit örneğiyle uçak bileti almadan önce kılı kırk yaran ben, geçen ay Antalya'da Otel tatilimi yaptıktan sonra bu haftasonu için Prag'a Road Trip ayarladım ve üstüne o da yetmezmiş gibi ay sonu İstanbul'a 5 günlük çıkarma yapacağım. Gün bugündür; değerlendirmek lazım.. Gerçi bazı kısıtlayıcılar mevcut; enerji ve para. Maalesef ikisinden biri suyunu çekince ya götü deviriyorum ya da pısıyorum bir köşeye...
Eskiden daha çok korkarken ölümden hiç takmazdım ölümsüz olmayı; bugünlerde ise daha az korkaren ölümden daha çok takıyorum kafayı ölümsüzlüğe. . .
Beş parmağın beşi birbirinden farklıyken; kaç farklı orgazm yaratmıştır Tanrı; Ruhumda deli sorular,
Beyni sığ olanlar herşeyi bacak arasında yargılar.
Tanrı istemeseydi, çokta sikimizde olmazdı aslında.. Polenleşirdik, romantik romantik... Dokunabilmek varken ruhuna o gizli otobanından sana çıkan sahil yolundan ve kalbime ferrari motoru hissi veren o kokun varken şah damarından bütün uzuvlarıma etki eden; ne farkeder.

"Bir sabah uyandim, yoktun ; arandim; yoktun..."

'Hala bulamıyorum bugününe vardım çoktan uyandım artık hiç istemiyorum'

Bugün arzu ettiğimiz şeyleri yarın arzu edeceğimizin garantisi yok.. Öyleyse 'Carpe Diem' bile değil hayat. Anı değil anlık arzularınızı yakalamak olay...

Ve Tanrı en ıslak gecelerde yarattı seni, 
İçini titreten yağmur damlalarının altında...
Yaz görmemiş sahil kasabası kadar,
Kendine sakladı seni.. 
Eli yordam oldu,
Seni bekledi hep,
Ölü yüreği..
Sustu bütün vücutlar
Bir çığlık yükseldi Tanrı katından,
Doğdu insan,
Oldu Tanrı orgazm.
0

Başkalaşıyor muyuz ?

Bir çok ortak noktamız olmasına rağmen öyle hissediyorum ki  A noktasından iki zıt yöne doğru eşit hızlarla yola çıkan arabaların belli süre sonra arasında oluşan mesafeyi soran matematik sorularının içinde ki arabalar gibiyiz.. Bir de üstüne dünya dönüyor; ya hoca hiç hesap etmişmiydin bunu! Yağan yağmuru ya da radyoda çalan o efkarlı şarkıyı ve kalbimde pompalanan o promil promil rakıyı..
Ömür akıp giderken senin bana sorduğun şeylere bak..
Başkalaşıyoruz diyorum ya; evet maalesef başkalaşıyoruz. Mesafeler ne kadar önemsiz olsa da; sen orada başka bir sistematik dünyanın esirisin ve bense bir başkasının. Farklı dilleri konuşmayı geçtim artık; farklı şarkılar dinleyip başka günlük konularda boğuluyoruz.
Beni yine buralara getiren, az önce tesadüfen dinlediğim dizi şarkısı 'Yalnız ölmeyeceğim değil mi' . Çukur dizisinin soundtracklerinden biriymiş kendisi. Sonra Çukur geldi aklıma; o kadar duymama rağmen izlememiş olduğum dizi. Kim bilir kaç son dakika haberini kaçırdım senin aklında şimşekler çaktıran ve kim bilir kaç yağmuru ıskaladım senin tenine bombalar atan... Bazen uzakta olmak o kadar çok şey farkettiriyor ki; anlamanı beklemiyorum. Zaten anlamak gidenlerin lanetidir; o yüzdendir ki yazanlar kalanlara oranla daha çok gidenlerdir.
Yalnız ölmeyeceğim değil mi ? Gereksiz bir soru ama şarkı güzel.
Bonus şarkı olarak size Melek Mosso'dan Aşk Bitermiş şarkısını armağan ediyorum. 10 dakika sonra işten çıkıp eve gideceğim o yüzden yazımı yavaş yavaş burada sonlandırıyorum.
Bir iki hafta içerisinde vakit bulursam size 8 yıl sonra tatil yapmanın  ve denize atlamanın uyandırdığı garip hisleri farklı metaforik orgazmlarla anlatacağım.

'Bir el cepte öbürü boşta....'


0

Kipirti



Icimde birseylerin kipirdamasini o kadar cok isterdim ki ; sonbahar da düsecek yapragi kalmamis bir agac gibiyim.. Ne bir dert var ne bir melankoli.. Sapsari düsler icerisinde kamufle olmus hiclik gibiyim.. Üstüme yakisan sarkilar bile sessiz artik; ve o hep giydigim uzun manto yer cekiminden bikmis adeta...
Ay yüzlü kadin; bu sarki bana icimde kipirti olan zamanlari hatirlatiyor. Sanirim kipirtili oldugum zamanlar tanistigim bi sarkiyla arasinda olan benzerlikten kaynaklaniyor bu.. O bir sarkinin adi gülü susuz seni asksiz birakmam.. Takvim lise zamanlarini gösteriyordu ilk duydugumda ve aylardan ramazan, iftar sofralarini dostluklarin en güzelleriyle süslüyordu... Girdigimiz kafe cami karisimi yerde Tanrisal melodilerle fon da bu sarki caliyordu; icim ürpermisti.. Öyle ürpermisti ki; sonrasinda ki bütün hafta boyunca sarkiyi hatirlayip mirildanmaya calismistim ve sonunda baska bir yerde daha denk gelip ögrenmistim sarkinin adini. O zamanlar kipirdayan bir ben mi vardi yoksa ben o zamanlara bakinca kipirdayan sayfalar mi görüyorum; bu da cevabini bilmedigim az sorudan sadece biri.
O zamanlari aradigimdan midir nedir; bi kivilcim istiyorum ama ben dengesi olan biri degilim bir kivilcimda alev alabilirim.
Tipki beni kalbimden pi sayisi kadar uzaga dolayli olarak firlatan; o frenime düsen kus tüyü gibi.
O yüzden duygularimiza helyum balonlar baglayip kendimizi kara deligin deniz manzarali kösesine yollamak istemiyorsak simdilik burada ufak bir nokta koyalim. Ya da 3 nokta olsun; en sevdigim . . .



Resim kaynak:https://lowlandet.deviantart.com/art/A-balloon-filled-with-fun-194714168
0

Seninim son kez


Bazen öyle sarkilara denk gelirsiniz ve neden oldugunu anlamasaniz bile sizin icinizde garip bir sekilde yer edinmeye baslar. Iste Arturito'nun bana tavsiye ettigi sarki da böyle bir sarki .. Ergenlik caglarimi saymazsam Teoman'i severim ve tabi Teoman kadar alternatif asklara boyanmis ciplak kadinlari da..
Ciplak kadinlara takilip kalmadan önce ben sarkiyi sözlerine soymak istiyorum. Tabi önce hangi sarkidan bahsediyoruz lan sorusunu cevaplamamiz lazim.
Teoman ve Irem Candar'in o müthis parcasi "Seninim Son Kez".
Aslinda sarki degil bir hikaye; arada gecen ic ses dialoglarin özetinde olusan bir hikaye.
Öyle garip isliyor ki icime; belki sevdigimden asi asklari.. Asi asklari en kanli savas alanlarina benzetiyorum ben ya da kanatircasina sevismelere..

sen bana düşman içimde
 kanar akarsın derimde

Hayatta özlem duymadigim hicbir sey yok ama özlemine esir oldugum birsey de... Sevismek dogurganliga yol oldugu icin bu kadar arzulaniyorsa bile ben öldürmeyi de seviyorum; alev alev yanan bir seye su dökmektense körükle gidip kendi gözlerim de yansimasini hayal etmeye cesaretim varsa kim suclayabilir beni. 

bu uzlaşmaz iki kalp 
bizim yaralarını yarıştıran

Benim olmani istemem sadece Tanri'yi kiskandigimdan; ben olsaydim seni yaratan, yillarimi ayirmazdim meme uclarindan. Herkes öldürür yaratanini; siz hainlersiniz inananlar. 

karanlıkta evine 
"soyundum geldim"/"seninim" son kez

Özgürlügünü sana verirken kendimi özgür biraktigimi söylememistim sana; en karmasik bulmacalar aslinda cevap ararken yaratilanlardir. Kesfetmek ve tüketmek cizgisini asmayan bir ruh giderken asili kalandir. 

göze alıp sensizliği şimdi
seni terkediyorum


Ref:https://kayjensen.deviantart.com/art/Melancholia-282327984
0

Three wishes



Yazinin sarkisi the pierces'dan Three Wishes. Bir gece Taksim'de kuzenlerle konserlerine gitmistik. Cennetten düsen iki kiz kardesin kurdugu bir grup kendileri. Kendilerini de bizim turuncu vasitasiyla taniyip o günlerde tesadüfen Istanbu'la gelmelerini firsat bilip kuzenlerde beyin yikama hamlesini gerceklestirdim ve sonra ver elini konser. Alkolden mi konserden mi bilemedim ama cok eglenmistik. Hatta solistlerle abuk subuk fotograflarimiza ertesi gün müthis gülmüstük.
Aslinda ben bunu yazmak icin gelmemistim bu sayfaya.. Sarki bende cifte cagrisim yapti o yüzden yazi allak bullak oldu. Aklima sarimsakli sahili geldi.. Genclik yillarinin yaz sezonunu gecirdigim sahil.
Kisa bi hikaye anlatacagim aslinda :
Ben güzellik gördüm mü kayitsiz kalamam. Utangac biri oldugumdan da öyle cok aktif hareketlerde bulunmam; yani kayitsiz kalamam derken pasif bir sekilde.. (Kendime güldüm aci-tatli bi sekilde) Neyse yine günlerden bir gün bizim elemanlarla tipik sahil yürüyüsümüzü yapiyoruz. Kirmizi bikinisi ve kivircik saclariyla uzanan biri gözüme carpiyor. Bende bi erime mevcut tabi. Diyorum ya bünyem güzellik gördümü enteresan tepkimelere giriyor. Öyle cinsel tepkimeler degil bunlar; bir sanatcinin bir öteki sanatcinin müthis eserine bakarken girebilecegi tepkimeler.
Ben bir 30 tur attiktan sonra oralarda, 50 dereceye ulasmis kumun yaktigi tabanlarimdan da gaz alarak atiyorum kendimi kizin yanina. O güzel dis görünüsün altindan bir de tatli bir insan cikmaz mi. Arkadas oluyoruz; yazlik dönemleri kisa oldugundan fazla görüsemiyoruz tabi. Farkli ülkelerde yasamakta cabasi. Gel zaman git zaman uzun uzun msn sohbetlerimiz olsa da son zamanlarda hic iletisime gecemedigim birisi. Böyle aniden aklima gelince özlüyorum hayatima giripte yeterince kalamamis insanlari.
Dedim ya bende cagrisim cok. Ben kendisine karasi diye hitap ettigim icin bu yazinin bonus sarkisi da Hakan Peker'den karam olsun.

1

Güle güle Gepetto


Herkesin özürlü oldugu noktalar vardir; benim de var. Örnegin sakiz patlatamam ben. Ama daha da kötüsü bazen duygularimi hic anlatamam ya da ciplakliktan korkarim. Iste böyle durumlarda yazmak benim icin en güzeli ve en kolayi. Bizim kuzenler arasinda adlarimiz vardi; dogruluk, kardeslik ve iki tane daha suan aklima gelmiyor.
Kuzen senin kaderin Hak'tan. Telefonda da söyledigim gibi bazen yaninda olamamak en kötüsü.
Günesli günler sizin olsun, yagmurlu günler de ayni semsiye altinda durmak varken. 
Bazen ne kadar akraba olsanizda hayat sartlari sizin paylasim icerisine girdiginiz süreci kisaltir. Bu kisa süreci en efektif sekilde kullanmak önemli olandir. Ve iste o efektif anlardan birini unutmam ; 
Yagmurlu karanlik bir günde Istanbul'un pek bilinmeyen sokaklarinin birinde alt katta bulunan atölyesinde yalniz basinaydi. Gepetto'dan hallice elleriyle sanatini icra ediyordu topraktan gelen o ahsap üzerinde. Ogluyla, beni karsisinda görünce sevinmisti. Ilk defa gitmistim atölyesine. Bir yandan isini yaparken bir yandan da bizimle lafliyordu. Dedim ya karanlik bir havaydi ve bardagimizda ki cayda koyu demliydi. Sizin anlayacaginiz hersey uygundu derin sohbete. Kelimesi kelimesine hatirlamazsiniz cogu sohbeti ama notalarini unutmazsiniz. Iste bu da öyleydi; uzun uzadiya ve kestirme konustuk üzerine .. Tek konu vardi ve aslinda bütün konular :  Kader... 

Yolun acik olsun , Mümtaz bir yerin olsun eniste.