SlideShow

6

Hop sabahı

İnsanlar sizin kırılıp kırılmayacağınızı düşünmeden abuk subuk konuşurlar ve sonra sözlerinize dikkat etmenizi beklerler ; evet çok adil.
Neyse siktir et hacı kırılan olmak kıran olmaktan iyidir derler.

Ben bu saatlerde uyanmam pek ; o yüzden keyfini çıkardım ve sabah sporunun ardından sıcak bir duş aldım. Az sonra ağzıma bir iki lokma bir şey atıp yola koyulacağım. Gerçi heyecanlı birşey yok ama ne yapalım , farklılık farklılıktır.

Sabah sabah gaz şarkımız gelsin.
.
1

Bilmiyorum

Uzun süredir gözlem yapmıyorum , yada yapıp kendi kendime seslendirmiyorum. Tanrı'ya seslerini duyurmak istercesine kahkaha atanlarla küçük mutluluklarını gözlerini kısarak yarattıkları gülümsemelerine saklayanları kıyaslamıyorum.
Bütün bunların sebebi kulaklığımı takıp tanıdık yabancı bir şarkı seçip son seste dinlememiş olmak olabilir. Hem ben hayatla o kadar kucak kucağa değilim. Yalnızlıktan kopmam da ona bağlanmam da eşdeğer tutkularda gerçekleşiyor.
Hem tutku demişken bedensel mi ruhsal mı bu tutku denen şey ; çözmeye çalışmadığım şeylerden biri diye kenara not ediyorum. Kim bilir belki iyice bayarsam onu da çözmeye çalışırım , ama şimdilik beni bu şekilde yeterince tatmin ediyor.
Bazen doğmak duş almak gibi ya da yatağın çarşaflarını değiştirmek gibi...
Müziği kulaklıktan dinlemeyi şu açıdan seviyorum ; hem yalnızlığımı paylaştırmıyor hem de müziğin ruhumdan başka yankılanıp gideceği sonsuz bir boşluk olmuyor.
Evet herzaman paylaşımcı olası gelmiyor insanın ; hele söz konusu özgürlük ve yalnızlık olunca. Kelepçemin tekini başka bir bilekle paylaşırmıydım yada kanadımın öteki tekini ..
Kuruyan dudaklar çok konuşanın aksine çok düşünenin sembolüdür ... Hem her dudak her ruha yakışmıyor ya neyse ...
Karanlığın o iddaalı hükümdarlığı mı cezbediyor beni yoksa ışığın tek başına o cesur baş kaldırışı mı  ? bunu da bilmiyorum.. Oysa bilmediğim ne çok şey varmış benim diyesim varken diyemem ; çünkü hem karanlıktan hem de ışıktan bir parça taşıyorum. Velhasıl gel gelelim ki benden ne hükümdar olur ne de hükümdara karşı çıkacak bir cesur. Çünkü ikisinide olabilmek için çarklarda yer almak gerekir .. Bu konuşma nereye gidiyor bende bilmiyorum.
Yazının başlığını henüz yazmadım ama böyle giderse bilmiyorum yazacağım. Hem belki sevişiriz şimdi hem belki ölürüz hem belki yaşarız.. Arası olmasın zamanın , yarası olmasın ruhun, yarısı olmasın kalbin ... Susması olmasın susmaların...
2

Midnight In Paris


"Biz eski zamanların adamıyız." lafını çok severim ; siz de sever misiniz ? Hani biraz eski zamanlarda yaşasak içimizde ki potansiyeli kullanabileceğimize inanırız ; daha mutlu bir hayat ve daha tutkulu aşklar yaşayacağımıza..
İşte Midnight In Paris filmi tam da bunu anlatıyor.
Bugün yaşadığınız duygularla geçmişte yaşama ihtimaliniz olan duyguları karşılaştırabilme fırsatınız olsaydı ; nasıl olurdu ...

Hemingway'i , Picasso'yu , Dali'yi ve daha birçok değerli sanatçıyı o kadar hoş bir üslupla karşımıza çıkarmışlar ki filmi izledikten sonra kültür manyağı olası geliyor insanın.

Film aynı zamanda birbirine uyumsuz bir çiftin toplumsal birlikteliğine de yer veriyor. Tabi filmin adını göz önüne alırsak ; Paris gerçekten çok güzel betimlenmiş ; eğer imkanım olsaydı bir şehir yapmak isterdim ... Bunun üstüne başka bi postta yazarım kısmetse.
Neyse gelelim filmin bilgilerine.

Yönetmen :Woody Allen
Başrollerde : Owen Wilson , Rachel McAdams ve Marion Cotillard

Unutmadan filme puanımı vereyim : 10 üzerinden 7.8

Ve gitmeden önce filmden alıntı bir iki replik paylaşmak istiyorum.

Man Ray: A man in love with a woman from a different era. I see a photograph!

Luis Buñuel: I see a film!
Gil: I see insurmountable problem!
Salvador Dalí: I see rhinoceros!



Adriana: I can never decide whether Paris is more beautiful by day or by night.
Gil: No, you can't, you couldn't pick one. I mean I can give you a checkmate argument for each side. You know, I sometimes think, how is anyone ever gonna come up with a book, or a painting, or a symphony, or a sculpture that can compete with a great city. You can't. Because you look around and every street, every boulevard, is its own special art form and when you think that in the cold, violent, meaningless universe that Paris exists, these lights, I mean come on, there's nothing happening on Jupiter or Neptune, but from way out in space you can see these lights, the cafés, people drinking and singing. For all we know, Paris is the hottest spot in the universe.


Ve gelelim en sevdiğim repliğe...


Gil: Hi Mr. Hemingway.
Ernest Hemingway: The assignment was to take the hill. There were four of us, five if you counted Vicente, but he had lost his hand when a grenade went off and couldn't fight as could when I first met him. And he was young and brave, and the hill was soggy from days of rain. And it sloped down toward a road and there were many German soldiers on the road. And the idea was to aim for the first group, and if our aim was true we could delay them.
Gil: Were you scared?
Ernest Hemingway: Of what?
Gil: Of getting killed.
Ernest Hemingway: You'll never write well if you fear dying. Do you?
Gil: Yeah, I do. I'd say probably, might be my greatest fear actually.
Ernest Hemingway: It's something all men before you have done, all men will do.
Gil: I know, I know.
Ernest Hemingway: Have you ever made love to a truly great woman?
Gil: Actually, my fiancé is pretty sexy.
Ernest Hemingway: And when you make love to her you feel true and beautiful passion. And you for at least that moment lose your fear of death.
Gil: No, that doesn't happen.
Ernest Hemingway: I believe that love that is true and real creates a respite from death. All cowardice comes from not loving, or not loving well, which is the same thing. And when the man who is brave and true looks death squarely in the face like some rhino hunters I know, or Belmonte, who's truly brave. It is because they love with sufficient passion to push death out of their minds, until the return that it does to all men. And then you must make really good love again. Think about it.
0

Yalan Dünya

Uzun oldu yazmayalı ; lâkin sebebi postumuzun başlığıdır...
Yalan dünya dönmeye devam ediyor. Ayrıca öyle  bir dizi çıkarmışlar piyasaya ; Gülse Birsel'in kalemini severiz , yaratıcı insanı severiz nihayetinde .
Karakterleri iyi oturtmuşlar , senaryolara çok özenilmemiş ama ne yapalım biz fast foodçu bir ülkeyiz... Karakter esprilerinin yanı sıra atıfta bulunarak yapılan espriler daha bi güldürüyor sanki .
Neyse lan yalan dünya işte hoş dizi izlettiriyor kendini ; hatta cuma olsa da izlesek diyoruz gurbet ellerde.
Zaten dergi yazarı değil de blog yazarı olmamız da ki amaç bu ; ..kerler üslubu falan .. Öyle oynak kelimeleri sevmiyoruz biz ..
Gülse Birsel'e teşekkürlerimizi sunuyor başarılarının devamını diliyoruz.
Ayrıca Yalan Dünya dizisinde karşımıza çıkan Bülent Ünal'a hoş şarkıları için teşekkür ediyor ve ondan bir şarkı paylaşıp kaçıyorum . Adios -- Adiii-ooos

1

Kısa Metraj

Hikayelerin nasil basladigindan cok nasil bittigi mi kaliyor akillarda ; merak konusu ... Yine oturup bu hikayelerden birinin sonuna geldik ; mümkün oldugunca tatli bitmesini bekliyordum tatli derken tatli aci demek istedim ama ; neyse diyip geciyorum.
Misinalarda bogulasi geliyor insanin ,
Havaya sarilmis bir balığa inat....
İçimde ki siniri son ses mp3 player yardımıyla kulaklarımdan ve onlara eşlik eden ses tellerimden çıkartıyorum ; yol kısalıyor , hayat kısalıyor bazen ..
Siz hiç komşunuzun çiçeklerine baktınız mı ; sonra o çiçeklere bağlandınız mı ...
Kısa metraj enfes bir filmdi bu ; tek eksiği biraz özveri ...
Kabuğumuzdan bu kadar çıktığımız yeter ; vurgun yemeden dönmeli artık...
Başka bir hayatta başka bir şekilde ...
2

Yasak



Yasak insanlardan başlayıp yasak duygular ve yasak ilişkilerle devam edip bir sürü yasak söyleyebilirim size. Bu yasaklar bizi daha iyi insanlar mı yapıyor yoksa daha mı kötü ; bilemeyiz.Aslında etkisi çok az diyebiliriz çünkü yasakların bizi durdurabilme şansı yüzde yüz değil . 
Neyse bizde oturduk yasak birşeye bulaştık ; heyecanından falan değil . . Bir de bu işin şu yanı var ; bu yasak toplumsal dinsel veyahut kanunsal olarak yasak olduğundan değil yasak demem , bensel bir yasak olduğu için yasak. 
Neyse heyecandan değil diyordum ; evet heyecandan değil .. Hayatınızda kontrol edemediğiniz dişliler arasında yuvarlanan değerli insanlar vardır ; ne zaman kimi niye o dişlilerin arasından çekeceğinizi bilemezsiniz. 
Bir Istanbul dönüşü sekteye uğramış duygularımı başkasının dolduracağını düşünmezdim . Aşk yada sevgiden bahsetmiyorum burda. Öyle bir duygu yok ortada. 
Değer vermek , aslında değer vermekte sevmektir. Yani biz bütün dostlarımızı seviyoruz. O da bir dost ; belki birazcık ötesi. 
Hacı ortada bişey yok  sadece arkadaşız diyesim geldi. 
Güzel şeyler yaşadık.. 1 ay sonra bitmesi gerekecekti , teknik aksaklıklar yüzünden şimdi bitti. Belli başlı hatalara tahammülüm yok ; üstelik bunlar hata değilde suistimalse . Hatta beni uzaklaştırmak için kasıt bile olabilir. 

Kimse bilmeyecek , kimse duymayacak ; buğulu bir film sahnesi gibi kalacak aklımızda ve evrenin karanlık boşluğunda kaybolacak.. Hoppa

2

Kaç Işık yılı !?

Bir Ocak ayının ikinci çeyreğini avucumun kenarına yapışan simit susamlarını kuşlara atarak geçiriyorum ; bazen paylaşmak kadar paylaştığınız şeyin küçüklüğü takılır kafanıza..
Bir kadın çıkıp gelse kapınıza saçları önünde gözleri kirişte ; kapı mıdır sizi kararsız bırakan ?! Başka yer ve zamanlar yaratırken kalbinizin kara deliklerinde ; kaç kez küflendi , kurtlandı duygularınız.. Biz hep sığ ve kompleksli düşündük : nerden emin olabildik ki martıların attığımız balıkları , ekmekleri aradığından... Ya sadece buldukları için arıyorlarsa...
Bacasından çıkan dumanların üstünde seyahat ederken altlarından kayan gökyüzünü seyrediyordu ; geminin kokusu genzini yaksada kuşların yürüyüşü suratında ki tebessümün orda kalmasını sağlıyordu.
Anagramatik düzende hayata yaklaştığında insan çok hoş bulduğu şeyleri boş bulmaya başlıyor yada çirkin... Ya mesafeler ; ya mesafeler !? diye sorası gelmiyor mu insanın .. Hani hiç sevmediğimiz şu mesafeler ..
Kaç adımız birbirimize ..
Kaç km umutlar...
Kaç kadem hayat...
Kaç deniz mili rüyalar...
Kaç ayak ihanetler...
Kaç yard ana rahmi...
Kaç parmak bir bebeğin yüreği...
Kaç arşın Tanrı...
Kaç punto sevgi kelimeleri..
Kaç kulaç nefretler...
Ve kaç ışık yılı ölüm...

Siz kaçın , kaçtıkça sevilir Tanrı kaçtıkça sevilir herşey...