SlideShow

0

Bir AHS Yıldızı

Uzun süredir aklımda olan bu gönderiyi yayınlamak bu geceye kısmetmiş. Film izlemeye gitmeden önce size bu gece American Horror Story dizisinin yıldızlarından birini tanıtacağım veyahut kendisinin bu diziyle birlikte başlayan evrimini göstereceğim.
Aslında American Horror Story deyince tek bir yıldızdan bahsetmek zor; her oyuncu müthiş cüretkar sahnelerde oynayıp, müthiş performans sergiliyorlar. Zaten bu kadar aykırı bir dizide böyle oyuncular olmasa bunu efsaneleştirmek bu kadar kolay olmazdı.
Ben bu gece size ne Titanik Ablamızdan(Kathy Bates) ne Jessica Lange'dan ne de Sarah Poulson'dan bahsedeceğim.(Daha sonra üçünden de bahsedebilirim.) Bu gecenin yıldızı Evan Peters.
87 Amerika doğumlu Evan kardeşimizin öyle çok dişe dokunur bir film geçmişi yok. Az olan film kariyerinde de öyle ahım şahım bir rol yok. Onun dışında sağda solda dizilerde oynayan Evan, American Horror Story ile kalbimizde sağolsun taht kurdu; daha hiç bi çüküm çekmese olur o derece.
Gelelim Evan'ın Horror ile evrimine.

2011'de serinin ilk sezonunda:

Tate Langdon olarak karşımıza çıkıyor. Tate Langdon, davranışları öngörülemeyen agresif bir genç. Bunun yanı sıra sürekli şiddet ve okul arkadaşlarını öldürmeyi hayal etmesi kendisini tehlikeli kılıyor. Ancak onu bu şiddetten bir adım uzaklaştıran şey herzaman ki gibi Violet'e olan aşkı...



Gelelim ikinci sezona. Güvenilir ve sadık bir insan olan Kit Walker o zamanlar uygun görülmemesine rağmen siyahi bir kadınla evlidir; taa ki karısını öldürmekten suçlu bulunup "Bloody Face" adlı seri katil lakabını alana kadar.
Savunmasında parlak ışıklar ve küçük yeşil adamlar gördüğünü iddaa eden Kit tımarhanede kendine yer bulur... Gerisini izleyin herşeyi anlattırmayın (=



Sezon 3'te karşımıza cadılar tarafından başka vücut parçalarıyla dikilip, diriltilmiş bol sevişgen(sürekli 3lü(threesome) yapıyor) Kyle Spencer olarak çıkıyor.


Sezon dörtte, Jimmy Darling karakteri ile çok garip elleri olan ve bu nedenle sirkte çalışan bir ucubeyi canlandırıyor.  Elleri nedeniyle sirk dışında para karşılığında zengin kadınlara garip elleriyle vajinal masaj sunuyor.


Ve gelelim sezon 5'e . Burada müthiş aksanı olan psikopat katil James Patrick March'ı oynuyor. Mr. March cesetleri mükemmel şekilde saklayıp yok edeceği ölümsüz bir hotel inşa etmiş.
Ve bu karakter aslında gerçek bir seri katilin kopyası olarak karşımıza çıkmakta.
Gerçek kişi Herman Webster  Mudgett veyahut nam-ı diğer  Henry Howard Holmes( H.H. Holmes) . 1861 ile 1896 yılları arasında yaşayan bu kişi amerikanın ilk resmi seri katiliymiş. Ve fantezisini kurduğu cinayetleri rahatça yapabilmek için bir otel tasarlamış. Toplamda 27 cinayeti itiraf etmesine rağmen 200 ün üzerinde cinayet işlediği düşünülüyormuş.

H.H. Holmes


Sezonlar geldikçe unutmazsam postu güncellerim. Ve eğer siz hala AHS ye başlamadıysanız e bi zahmet şu an tam zamanı.

0

Azrail'in olta attığı orman

"Your life is a precious gift from your parents."

Bildiğiniz üzere yeni eve taşındım; bu ev sinemaya 10 dakikalık yürüyüş mesafesinde. Hal böyle olunca dün akşam o2'nun perşembe günleri uyguladığı bir al bir bedava kampanyasını kaçırmayalım dedik ve bizimkiyle atladık sinemaya gittik.
The Forest filmi Natalie Dormer'ın ağzı kadar enteresan değildi ama konunun geçtiği ormanın gerçek olması gerçekten ilgi çekiciydi.Ormana geçmeden önce filmi puanlandırayım 5.7.
Japonya'nın Aokigahara ormanı ; diğer adı ise İntihar ormanı. Filmden öncesine kadar hakkında hiç birşey duymadığım bu ormanı dün gece yatmadan önce epey bir araştırdım.

Fuji dağının ortasında yer alan Aokigahara ormanının farklı farklı 3 lakabı var :
Ağaçlar denizi
İntihar Ormanı
Japonya'nın Şeytanlar Ormanı

Bu ormanın dünyanın en çok intihar edilen ikinci yeri ; 1950'lerden bu yana 500'ün üzerinde kayıtlı intihar vakası olmuş ve tahminlere göre bir o kadar da bulunamayan.
En çok intihar edilen yeri merak ettiğinizi biliyorum ; tahmin ettiğiniz üzere orası bir köprü. San Francisco'nun Golden Gate köprüsü dünyanın en çok intihar edilen noktası. Orasıyla ilgili başka bir gün yazacağımı umarak ormanımıza geri dönüyorum.
Ormanı bu kadar ünlü hale ve intihar noktası haline getiren aslında bir roman. Tabi bu bir dilemma; çünkü bir romanı yazdıran gerçek olaylar mı yoksa gerçek olayları yaratan bir roman mı; bilmemiz imkansız.

Seicho Matsumoto 1960'larda  Kuroi Kaiju(Black Sea of Trees) adlı bir roman yazmış. Bu romanın ana karakterleri hikayenin sonunda Aokigahara ormanı içerisinde intihara teşebbüs etmişler. Ve bu romandan sonra zaten öncesinde intihar olayları barındıran orman daha da cezbedici bir intihar noktası haline gelmiş.
Hatta öyle ki intihar etmek üzerine yazılan bir kitapta (Wataru Tsurumui- The Complete Suicide Manual) intihar etmek için kusursuz bir yer olarak kendinden söz ettirmiştir.

Peki bu orman bunların dışında ne tür özellikleriyle bu ünvanı almayı başarmış ? 3500 hektarlık bir orman düşünün ve üzerinde öyle sık bir bitki örtüsü ve ağaçlanma var ki adeta doğal bir labirent.Bitki örtüsünden mi yoksa ağaçların bu kadar sık olmasından mıdır bilinmez bu ormanda vahşi hayvanlara pek rastlanmamakla birlikte kuş sesleri çok nadiren duyulurmuş.
Ormanda patikayı terk etmek kesinlikle tavsiye edilmiyor; zaten intihar etmek isteyenler patikayı terkedip ormanın derinliklerinde kendilerine ölümsüz bir köşe seçiyorlarmış.
Ve bonus olarakta ormanın yakınında olan Fuji dağının volkanik toprak ve manyetik demir barındırması nedeniyle bölgede telefon, internet , gps ve pusula kullanımı olanaksız.

Dünyayı gezme merakı olan biri olarak umarım kısa sürede bu ormana yolum düşer ve size fotoğraflarla başka bi post atma imkanım olur ; şimdilik zor gözüküyor.

Eğer bir gün intihar etmeye karar verirseniz (umarım öyle birşey olmaz) ve biraz birikmiş paranız varsa atlayın bu ormana gidin; hem ölmeden önce yeni yerler görmek ve biraz fazladan adrenalin salgılamak hoş olur ; kim bilir belki sizi tekrar hayata bile bağlayabilir.

Ve gitmeden dün gece okuduğum ve beni geren bir reddit hikayesi LİNKİ
0

Clif and Derek

İki, üç gündür biraz nane mollayım; bu nedenle bugün yaklaşık 13 saat uyudum. Akşam 18-24 arası part time garsonluğumu da yaptıktan sonra eve geldim; hanım yatağa ben tv başına geçtim. Malum 13 saat uyku sonrası insanın erken yatası gelmiyor. Ulan dedim şöyle gerilimli merilimli bi film açayım... Film izlemeye bayılıyorum ama şu film arama faslı yok mu; adamı deli ediyor arkadaş. O an hangi moddaysan o tarz film bulman gerekir, afiş hoşuna gitmelidir, konu cezbetmelidir ve altta yazılan yorumlar heves kaçırmamalıdır falan.
Neyse sonunda Afflicted filminde karar kıldım ; aslında en başta o filme karar kılmıştım ama üstüne yarım saat daha başka filmlerin konularına göz gezdirdikten sonra ilk ve son kararım olan Afflicted filmini izlemeye karar verdim.
Bu karar sonuç olarak beni bu posta getirdi ; vampirik kader.

E gelelim o zaman artık filmimizin konusuna ; zaten anladığınız üzere Afflicted, bir vampir filmi. Found footage tarzında çekilmiş olan bu film iki kankanın dünya turu yada diğer bir deyişle dünya turu başında geçiyor. Başrollerde ve yönetmen koltuğunda aynı isimlerle Clif ve Derek var.
Başta vampir filmi dediğimi biliyorum ama yine de öyle bildiğiniz vampir filmlerinden olmadığını belirtmek istiyorum.
Uzun süredir izlediğim en iyi found footage tarzı filmlerden biriydi; gerçi ben bu tarzı zaten sevenlerden olduğum için bana fazla söz hakkı düşmez.
Yinede Afflicted filmine kesinlikle bir şans vermenizi tavsiye ediyorum.

Benim bu filme puanım 7.8 .
Bana göre senaryo gayet özgün(vampir hikayesi üzerine ne kadar özgün olabilirse) ve oyunculuklar kesinlikle övgüyü hakkeden cinsten.

Ve buyrun; oyuncular demişken işte oyuncularımız.
İyi seyirler



0

Ne kadar çok o kadar hapis


Taşınma arifesi, en sevdiklerimden biri olan "Ne kadar çok malın var o kadar bağımlısın" mottosunu bi daha anıyorum. Şerefsizim herşeyi atasım var ; tabi viski koleksiyonunu karaciğere bindirmek lazım. Ulan zengin bi adam değilim ama ıvır zıvır bitmiyor; 30 tane usb 1000 tane kartpostal, xbox ve oyunları, dvd filmler, müzikler, kitaplar, laptop, fotoğraf makineleri diye uzayıp gidiyor bu liste. Yok abi yakında başarabilirsem sıfırlayacağım herşeyi kiralık yaşayacağım anasını satayım. Düşünsene 3 farklı kıyafet setin olacak.(3 pantolon ,3 kazak, 3 gömlek,3 T-Shirt,1 Ayakkabı , 1 Ceket/Mont) Ne gerek var havluya falan, kuruyacaksın ya yaz güneşi altında yada kuzey rüzgarı ayazında. Az eşyan olacak bir sırt çantasına sığıp gelebilecekler seninle. Ya da ayrılıklara alışacaksın her defasında bırakacaksın bir çok şeyi geride.
Bana kalsa ben herşeyi saklarım yada saklardım ; artık daha duygusuzum daha rahat atıyorum bir çok şeyi. Mesela geçende 70 parça kıyafet verdim , üzerine şiirler yazdığım abuk subuk kağıt parçalarını da attım çöpe.
Aslında herşey kapitalizmin zincirleri ; para kazan eşya al, daha çok kazan daha çok al, aldıkça bağlan bağlandıkça sessizleş; sonunda evlen, kredi çek ev al. Ne kadar çok bağımlıysan o kadar çok korkun vardır ; kaybetme korkusu. İşte bu korkuyla insanlığın yüzde 80'i dışarıda olan kötülüklere tepki veremiyor, risk alamıyor.

Öyle bir dünya isterdim ki ;
İçinde bir sen çırılçıplak,
Ruhu okyanus kıvamında ,
İçimizden akacak...
0

Küçük bir başlangıç


Bilmem; yazmalı mıyım... Neyse boşvereyim yazmayayım ne sizi ne de kendimi hayatın gerçekleriyle daha fazla üzmeyeyim bu gece.
Önce gecenin şarkısıyla başlayalım ;
Robin Schulz & Judge - Show me LoVe ( Tık Tık )

Bugün ev malzemelerinin satıldığı o büyük marketlerden birine gittim ; türkçesini bile unuttum anasını satayım. Burada Baumarkt diyorlar; neyse ne zükümse işte ondan. Gitmeliydim çünkü bu pazar götüngen'de dördüncü kez taşınıyorum. Yaklaşık iki buçuk yıldır kız arkadaşımla beraber tuttuğumuz evde kalıyordum ; ev sahibinin bazı mecburi özel ihtiyaçlarından dolayı yeni ev arama durumunda kalmıştık. Biraz şans biraz torpille şehrin merkezinde gayet hoş bi ev bulabildik. Şans tanrıları bizi seviyordu. Bugün anahtar teslim faslı sonrası evin acil zaruri ihtiyaçlarını not edip alışveirşe çıktım. Çıkmaz olaydım ; fakirlik çarptı suratıma.
Bir küvet 4 bin tl; lazım olduğundan değil, dedim ya suratıma çarptı. Neyse ben en ucuzundan gidip duş perdesi ve demiri, banyoya bir duvar lambası mutfağa da tavan lambası alıp kasaya yöneldim. En basic markaları ve malzemeleri almama rağmen post cihazının tecavüzünden kaçamadım.
Bakalım yeni ev bize daha ne masraflara patlayacak.
Bu yeni evde ne kadar kalacağımız belli bile değil ; belki 3 ay sonra iş bulup uzaklara kaçacağız ama 3 ay sokakta kalma gibi bi lüksümüz de yok. Hayat bazen farklı mecburiyetler getiriyor, ki hiçbirinden şikayetçi değilim. Diğer insanların aksine hayattan garip hazlar aldığım da oluyor hiç haz almadığım anlar da . Ama yine de diğer insanların aksine genelinde memnunum; son zamanlarda insanlarda gözlemlemlediğim o memnuniyetsizlik beni efsane germiş durumda.
Çok sikimsoniksiniz amınızakoyim. Kendime son zamanlarda sosyal çevrede bir yer edinemiyorum ; vaktim olmadığından değil; ben  iki karpuzu bi koltuğa sığdıramayanlardanım sanırım. Hem ilişki sahibi olup hem arkadaş sahibi olamıyorum. Kadınlarla sosyalleşmek restricted area , kafa dengi erkek bulmak zor ; yeni bağlar kurmak için de vakit yok. Sanırım saçma bir paradoksun içindeyim.
Yabancı dillerde kendimi ifade etmeyi sevemedim gitti ; eskiden severdim gerçi koynuma girenlerin kendini o ye; go on diye ifade etmesini. Sanırsın "when i was young , i was like a playboy " yok lan biraz abartıp egomu tatmin edeyim dedim; çok görmeyin hımısını. Libidom hep yüksek ama özgüvenim az bu aralar, hem belki cazibe mi bile kaybetmiş olabilirim. Onun yerine shredded bir vücut, sağlam kondisyon (pompacı mülayim kondisyonu) ve ip man sporu yapıyorum. Daha 4. seviye olsam da hoşuma giden bir spor yada dövüş sanatı; ileride bir sifu olma ihtimali neden olmasın.
Göreceğiz ; e bari yazının da resmi onunla alakalı olsun.
0

Dua Lipa ablamıza selamlar yada sis'e

Ben böyle bazı bazı şarkılara tutulurum anlık aşık olurum falan ; hatta genelinde gelir burda paylaşırım bu durumu. Bugün bizim kızın üvey anneannesinin doğum günü vardı trenle oraya gittik; arabaya tam bindiğimizde radyoda bir şarkı çalıyordu ah dedim budur Shazam Shazam söyle bakam kimdir bu şarkıyı dandanlatan...
Bütün gün dışarıda olduğum için şarkıyı baştan sona dinleme fırsatını bi türlü yakalayamamıştım ; eve geldiğimizde de biraz şekerleme biraz film derken anca şimdi dinleme fırsatı bulabildim herhalde 10. kez çalıyor şuan. He film olarakta Creed'i izledim ; belki film üzerine yazarım bi ara. 

Fazla detaya giremedim; duygularımı yüzeye çıkaramadım... Maalesef şarkının büyüsü altındayım , yada mallık sendromunda.

Dua Lipa  -- Adını yediğim ; hoşuma gitti bea.... 

Tipini yediğim... 

Birazda sözlerle sevişelim ... 

I see the moon
I SEEE THE MOON
I see the moon
Oh when you are lookin  at the sun
not a fool
I'm not a fool
not a fool

Oh but when you're gone


When you're gone
When you're gone
Oh baby, all the lights go out
Thinking oh that, baby, I was wrong
I was wrong
I was wrong
Come back to me, baby, we can work this out
Oh baby come on, let me get to know you
Just another chance so that I can show
That I won't let you down, oh no
No I won't let you down, oh no

Cause I could be the one
I could be the one

I see in blue
Oh and you see everything in red
And there's nothing that I wanna do for you
Do for you
Do for you
Oh cause you got inside my head
Oh but when you're gone
When you're gone
When you're gone
Oh baby, all the lights go out
Thinking oh that, baby, I was wrong
I was wrong
I was wrong
Come back to me, baby, we can work this out
Oh baby come on, let me get to know you
Just another chance so that I can show
That I won't let you down, oh no
No I won't let you down, oh no
Cause I could be the one


I could be the one
Be the one, be the one


Will you be mine?
Oh baby come on, let me get to know you
Just another chance so that I can show
That I won't let you down, oh no
No I won't let you down, oh no
Cause I could be the one
I could be the one
I could be the one


The One olmaya hiç niyetim yok; 28 yaşında hala sıradan biriyim ve bu sıradan dünyada fark göstermek gibi bi niyetimiz yok bırakın o bize kalsın. 

0

Başlıksız


İnsan yazmayı özlüyor ,
Ya da yazmak insanı...
Gece karanlığı özler mi hiç ,
Şeytan günahı... 
Benim ki de öyle işte;
Özlüyorum yalnızlığı.

Hayatta ne kadar benim tarzım olmasada daha bedensel şeylere yöneldim ; mütemadiyen spora gidiyorum, haftada iki gün wing chun antremanına gidiyorum , sigarayı bırakalı 3 yılı geçiyor. Bıraktım derken sadece keyif içicisiyim diyelim ; ayda 2-3 tane içiyorum gibi bişey. 10 sene günde 1-2 paket içen birine göre başarılı ; gerçi bırakmamda katkıları olan midemi es geçmeyelim . 
Alkolü bırakamam diyordum hep ama bugün spor nedeniyle 2 haftadır ağzıma damla sürmediğimi farkettim. Yaşım 28 ulan ne yaratacaksam kendimden ; bi gereksiz gaza gelmeler falan. Yok neymiş 3 ayda 8 kilo kas aldırıcam vücuda he bi de gidip wt de 8. seviyeye yükselicem 2016'da . Anlayacağınız kasıcam kendimi ; bütün bunlar 2016 hedefleri listesinde var. He bi de olursa yüz bin avro kazanmam lazım bir sene içerisinde. Başka bir şeyler daha yapmam lazım ama kendime fazla vakit ayırabildiğimi söyleyemeyeceğim ; sanırım düzenli hayat düzenli ilişki şeyleri beni bozdu. Bana ait olmayan bi hayatı yaşıyormuşum gibi ; nerde melankolik tanrıyla mütemadiyen pasif agresif sohbetler eden ben. 
"Eskiden çıplak gelirdi geceler ; sevişirdik simsiyah."