SlideShow

0

Bitmişlik

Belki de yazmanın tam zamanı; aslına bakarsanız artık buraya yazmakla evde boş bir kağıda yazmak arasında pek bir fark yok. Sonuç olarak burdada pek okunacağını sanmıyorum. Tabi bunun sebebi benim bloğu boşlamış olmam.
Neyse zaten okunma okunmama tasası taşımayan hareketler bunlar; sonuçta ben senin beni sevebilme ihtimalini sevdim.
Ben bütün ihtimalleri düşündüğümü düşünürken en olasılıksız gecelerin altında kaldım.
Ayrıldıktan sonra geçirdiğim 3 ayda öyle bir tempoyla koşturdum ki herşeyi yaşamak için; sanırım bilinç altımda hep dönme isteği vardı ve bu nedenle koşturdum. Gün geldi adapte oldum gün geldi benliğimden çıktım. Son İspanya turu beni her şeyi sorgulamaya itti; who the fuck i am !?
Aynı zamanda her şey olabilmek varken tek bir şey olabilmenin manası var mı ?! Bu kulağa cazip gelsede çok zor bir süreç olabiliyormuş. Bunu İspanya'da dünyanın bütün farklı yerlerinden insanlarla vakit geçirirken anladım.  Gerek yetişme tarzımız, gerek alt kültürümüz ve gerek karakterlerimizden dolayı zorlandığım noktalar oldu; tabi bunun sebeplerinden biri de hala ayrılık modunda olup enerjimi ve özgüvenimi yükseltemem. Her şey gibi bununda bir sonu olacak tabi ki. Velhasıl uzun uzadıya 3 ay içerisinde bir çok kere kararımı düşünüp bir çok yeni şeyi denedikten sonra dönüş yolculuğuna başlamak üzereydim.(Sanıyorum) Kendisine mektup yazıp duygularımı açıp son bir manevra yapmak vardı kafamda. Ve tabi ben Mr. Sixth Sense bir şeyleri hissetmeden edemem. O yüzden mektubu kendisine göndermeden önce öğrenmem gereken bir şey vardı; kafasını karıştırmak istemiyordum ve kendisine bu siktiri boktan soruyu sordum !
+Hayatında biri var mı ?
- Dört haftadır biriyle görüşüyorum.
Bir çok boktan şey yaşamış olsamda şu tek cümle bile worst ten i me girmeyi başardı.
+Seviyor musun ?
-Bilmiyorum.
Evet daha güzel cevaplar almışlığım var hayatta. Burada beklediğim tek cevap hayır! Neyse hayatta en güvendiğim insandan böyle bir şey görmek beni müthiş yıprattı ve insanlara karşı güvenimi tamamı ile yıktı geçti. Bundan sonra kolay kolay sevebilir miyim bilmiyorum. Tek bir gerçek var, o da bundan sonra ikimizin tekrar birlikte olma ihtimali olmadığı. Ben 3 ay boyunca bittiğine hiç inanmamışken 2 gündür bitmiş olmasının şokunu yaşıyorum. 7 yıllık serüven benim de siktiri boktanlığım sayesinde finish çizgisini kucaklamış bulunuyor.
Şu an hayatım müthiş bir boşlukta ve ne yapacağıma dair hiç bir fikrim yok. Almanya'da mı kalmalıyım başka ülkelere mi geçmeliyim ya da bütün sevdiğim insanların olduğu İstanbul'a geri mi dönmeliyim. Görelim bakalım neler olacak. Şimdilik siki tutmuş bir kıvamda akışına bırakacağım en azından deneyeceğim. Öpüldünüz.
0

Şeytan Döngüsü


Havanın 37 derece olmasına yada iş yerinde herkesin izleyebildiği orta masalarda oturmaya aldırış etmezsiniz. İçinizden yazmak geldiyse sizi durdurabilecek tek şey kendinizdir aslında. Çünkü elinize kağıt kalem almasanız bile o kelimeler bir şekilde kalbiniz ile aklınızın romantik gecelerde buluştuğu o uçurumdan kendilerini sonsuzluğa atacaklardır ve onları sonsuzluktan kurtaracak tek şey sizin kararınız ve beyaz bir kağıttır.
Yanımda duran vantilatörün mü yoksa eski eşimin, hayatımın etkisi mi bilmiyorum ama hayatımız da bir şeyleri kaybetmemiz gerekiyor. Özlemek olmasa kavuşmak olmaz örneğinin herşeye uygulanacağı gibi (Papacon a selam olsun) buraya da uygulanabiliyor. Eğer kaybetmezseniz değerini anlayamazsınız. Tıpkı şu an sonbahar esintilerini kaybetmiş halde onları vantilatörde aramam gibi ya da eski eşimin(resmi olarak kız arkadaş ama birinin eş olması için illa evlilik cüzdanı mı gerekiyor !?) bende yarattığı iç huzuru her şeyde aramam gibi.
Sizin anlayacağınız aslında biz aramak ve bulamamak için yaratılmış insanlarız. Her şeyi bulduğunuz an aslında kısa süreli bir mola gibidir; deniz kenarında size özel molalık bir bank. İşte orada kısa bir süre durup bulduklarınızın tadını çıkarabilirsiniz, çünkü çok yakında her şeyi bulmanın aslında her şeyi kaybetmek anlamına geldiğini anlayacaksınız. Ve arayış tekrar başlayacak. Aslında hiç bir şey aynı olmuyor; çünkü her geçen gün her şey gibi kişi de değişiyor ve akabininde arayış şekli. Sonsuz bir döngü diyeceğim ama almanlar gibi teufelskreis(Şeytan Döngüsü) diyesim var. Burdan tüme varırsak acaba bizleri şeytan mı yarattı diye sorabilirsiniz ve burdan yola çıkarak Tanrı'nın aslında aynı zamanda şeytan maskesi takan bir düzenbaz olduğundan gayet şüphelenebilirsiniz. Eğer iyi biri olsaydım Tanrı olabilirdim ama iyi kalamazdım ve eğer Tanrı olsaydım zaten sonunda iyi olmazdım. Ve öyleyse Tanrı'nın iyi olabileceğini bana düşündürebilecek herhangi bir şey yok. Tabi ki bu varsayım sadece insani bir Tanrı için yaratılmış durumda.
Bana göre Tanrı eşittir ilk enerji. Var olup daha da büyümek için yapması gerekeni yapmış bir enerji. Her geçen gün daha da yayılarak yeni enerjiler yaratarak ve yok ederek yoluna devam etmiş ve sonunda günümüzde herkesin içinde olan bütün Dünyayı belki de evreni kaplayan bir enerji. Tabi o enerjinin de bir başı olmalı değil mi; ya da bir Tanrı varsa onun da Tanrısı olmalı !? Diyorum ya aslında her şey bir Şeytan Döngüsü.
Ve ister inanın ister inanmayın ama bu döngüden çıkmanın hiç bir yolu yok.

Ps: Enteresan bir şekilde yazıyı bitirir bitmez başlayan şarkıyı ve gerçekten adıyla yazıya uyan bu şarkıyı yazının şarkısı ilan ediyorum. Placebo - Begin to End
0

Tek gecelik


Tek gecelik ilişkiler gibi hayatım
Uzun bir gecenin ardından kalan
Paylaşılmışlıklardan çok
Sessizlikte hapsolan.. 
Tek gecelik ilişkiler gibi hayatım
En kısa umutların sonunda
Ne olursa olsun 
Maviye boyanmış sokağa çıkan 
Tek gecelik ilişkiler gibi hayatım 
Kibritin bir ucundan
Öteki ucuna istemeden kayan... 
Tek gecelik ilişkiler gibi hayatım 
En kısa meydan muharabelerinde
Tanrıyı titreten naraların 
İçinde saklanan...
Tek 
Gece
     Hayat...  


0

Kisir döngü


Uzak diyarlar,
Pandoranin bohcasina büyük gelen... 
Kac deniz yeter;
Bogmaya Zeus'u.
Diyarin adinin önemi var mi,
Alice bipolardan muzdarip . . . 
Av heyecani mi 
Sen heyecani mi
Bilinmez;
Kos,
Karanliginda kasvet ormaninin.
Bir megalodon olup,
Sana geciremedigim dislerim 
Boynuna atildigimda,
5 litre doldurmazdi 
Düslerimin kovugunu ..  .
Bir iki üc dört 
Reenkarnasyon bile kisir, 
Dönemiyor katil kurbana . . . 





0

My Valentine's Day Hypocrisy


Toplumun ortak görüp paylaştığı şeylere kayıtsız kalmak her bireyin yapabileceği şey değildir. Bunu eleştiri olarak algılamazsanız sevinirim; çünkü her şey gibi bu da bir seçimdir. Ocak sönüp yerini erekte olmamış Şubat'a bırakınca gündem 'sevgililer günü' (Valentine's Day) oluyor. Bir çok insan için güzel bir olay; hayatlarında ki monoton problemleri bir kaç günlüğüne de olsa unutup tek bir şeye kanalize oluyorlar ve hayatlarında 'ulan ne hediye alacağım', 'nereye gideceğiz' gibi problemler çıban başı gibi ortaya çıkıyor. Tatlı problemler bunlar. Bu yazıyı yazarken çok aşırı klişe olmak istemiyorum; o nedenle zorlandığımı itiraf etmeliyim.
Güdülmeyi sevmeyen insanlar, böyle emrivaki durumlara ayak uyduramıyorlar. Hani sevgilerini göstereleresi varsa bile ana bacı sövüyorlar; etki tepki meselesi. Eskiden sevgililer gününe denk getiremediğim kısa soluklu ilişkilerime söverken sonraları ilişkime denk gelen sevgililer gününe sövmeye başladım. Neyse ki otoriter ve manüpilatif bir insan olduğum için bu günü çükümüze takmamak herhangi bir sorun teşkil etmedi. Romantizm yaşayacaksam neden hep birlikte otlamaya giden koyunlar gibi yapayım ki. Ben sevgililer gününün en çok bekar kısmını seviyorum; hele bir de avrupa maçı varsa tadından yenmez. Bugünün plan programı zaten belli; iş çıkışı ufak bir alışverişle bira stoğu yapıp akşam saat 20:55'te oynanacak Galatasaray-Benfica maçını seyretmek. Benimle aynı şehirde olanınız varsa başımın üstünde yeri var. Ben size iyi sevgililer günü diliyorum ya da Happy Valentine's Day.

Zipleme programı gibiyiz bir ömre bile sığmayan şeyi bir güne sığdırmaya çalışıyoruz; bol şans.

Bu çok uydurma günde size sevdiğim en gerçekçi aşk filminin trailer'ı gelsin.


0

Turkish Super League


Aslına bakarsanız gönlüm istemezdi bu postu yazmayı. Siyaset, gündem ve futbol hakkında pek nadiren yazarım; ve o nadir yazılardan birine hoşgeldiniz.
Okuyucularım bilsede yolumuzun ilk defa kesiştiği kişiler için tekrar belirteyim; ben bir Fenerbahçe taraftarıyım; Avrupa'nın göbeğinde Türk futbolundan soğuduğu için fazla fanatikliği kalmayan bir Fenerbahçe taraftarı.
               Ali Koç gibi vizyonlu bir başkanın gelmesiyle, geleceğe umutlu bakmaya başlamış bir taraftar olarak bu umutların üstüne basan ilk kişi Damien Comolli ve diğer ikincisi ise her zaman ki gibi bizim ahlakımız oldu; bir bok olmaz bizden önermesini yine çarptılar suratımıza.
Sezonun ikinci yarısı tamamıyla fiyasko olarak başladı. Başakşehir liderliğini sürdürürken ilk beşte üç büyüklerden bir tek Galatasaray vardı. Fenerbahçe zaten çürük elmalar sepetine çoktan atılmıştı; Ali Koç gibi efendi birini bulmuşlar iki yanak almadan bırakmazlar zaten. Kurtlar sofrasına baldır bacak oturamazsınız.
               25 Ocak 2019'da oynanan Beşiktaş-Erzurum BB maçı sonrası anlaşıldı ki Beşiktaş ilk üçü zorlayacak bir takım kıvamına gelemeyecek. E haliyle Antalya maçında sahneye Ruud Boffin çıktı ve Beşiktaş'ın kesin puan kaybedeceği maçta aleni bir şekilde kasıt aranacak derecede kötü bir performans sergileyip Beşiktaş'ın galibiyetinde başrol aldı. Üzerine bir kelime bile yazılmadı. Ertesi hafta Bursaspor'u ağırladılar kendi sahalarında. Ve o da ne bambaşka bir Bursaspor. Fenerbahçe'ye kök söktüren ve ligin en az gol yiyen ikinci takımı olan Bursaspor'un ayarlarını bozmuşlar; defans oyuncuları akşamdan kalma gibi top oynuyor, hakem Burak Yılmaz'ın ikinci golünde sarı lacivert forması görse ya golden önce faul kararına hükmederdi ya da VAR sistemine giderdi ki bu da yapılmadı. Gazı alan Beşiktaş üçüncülüğe yerleşti. Peki rakiplerine ne oldu ?
              Galatasaray önce saha dışında etik olmayan bir biçimde Kasımpaşa'nın bütün aklını aldı. Önce Mahmoud Hassan Trezegeut ile flörtleşip daha sonrasında Mbaye Diagne'yi üstü kapalı şike denilebilecek bir sözleşmeyle kadrosuna kattı. Evet, üstü kapalı şike. Mbaye Diagne 10 milyon euro ve şampiyonluk durumunda 3 milyon euro ekstra bonservis bedeliyle kadroya katıldı. Neyse ki Kasımpaşa-Galatasaray maçı son hafta yerine 22. haftada oynanacak. İddaa severler bu maçta gözleri kapalı Galatasaray'a basabilirler. Aman handikap basmayın çünkü tek farkla 2-3 gibi bir skorla bitmesi gayet muhtemel. Bu iş hem Galatasaray'a hem Beşiktaş'a hem de yayın gelirlerine yaradı.
             Bu haftanın fiyaskosu zaten cuma gününden başladı; zaten kaportayı çoktan dağıtmış Fenerbahçe, Kayseri deplasmanında Alper Ulusoy adlı hakemtırağın çifte standart yönetimiyle mağlubiyete kucak açtı. Bernard Mensah, ardı ardına 6 faul yaparken, pozisyonlardan birinde kasti olarak elle oynamasına rağmen maçı kartsız bitirdi. Soldado kendi kendine söylenirken direk kırmızı kartla oyun dışında kaldı.İki gün sonra ise Yuto Nagatomo, Galatasaray-Trabzonspor maçında direk olarak hakemin yüzüne iki kere Fuck Off demesine rağmen herhangi bir uyarı yada kart görmedi. 10+3 milyon euroluk Mbaye Diagne net ikinci sarıdan atılmayıp beleşten bir penaltı golüyle de hanesine bir gol daha ekledi. Üstüne Trabzonspor'un net penaltısı VAR(Video Assistant Referee) rağmen verilmeyince Ümit Öztürk canlı yayında bütün sülalesine selam gönderdi. 2 Kasım 2018'de oynanan Galatasaray-Fenerbahçe maçından sonra ağlayan ve bütün ülkeyi ayağa kaldıran Galatasaray yönetimi ve teknik ekibinin ahlaksızlık örneği olan teknik direktörü ise şu açıklamayı yaptı : 'Hakemler de insandır, hata yapabilirler.'
Galatasaray, Kasımpaşa ve Trabzonspor'u yarış dışına itip hem kendine hemde Beşiktaş'a kıyak geçmiştir. Şimdilik memleketi de ahlakı da tabulaştırıp bir tarafınıza sıkıştırabilirsiniz.  
0

Bir Netflix güzelligi 'You'


Dizi bloglarının yerinde kesinlikle gözüm yok; yine de 'You' dizisini yazmadan edemeyeceğim. Son dönemde tüketimin had safhaya ulaşması nedeniyle her gün binbir yeni diziyle karşı karşıya kalıyoruz; bazen çok güzel yapımlarla keyfimize keyif katarken bazen de bu kadar kalitesiz yapımın arasında kaliteliyi bulmak için bir sürü zahmete giriyoruz. Ve güzelin yanında orijinal olanı bulmak çok çok zahmetli olabiliyor. Neyse ki ben bu zahmetlerin hiçbirine girmedim; Londra gezisi öncesi yolda sıkılmamak için tabletime bir şeyler indirmem gerekiyordu. 'You' dizisinin amerikan kolej entrikaları kıvamında ki fragmanını izledikten sonra beğenmemiş olsam da diziye bir şans vermeye karar verdim ve böylelikle yolculuk sırasında final bölümü hariç bütün bölümlerini izlemiş olacağım diziye başladım.

'Beck' you could be remarkable!

Beck, tam aşık olunası kadın; benim gibi hafif sosyopat olabilme ihtimaliniz varsa Beck'e kesinlikle aşık olabilirsiniz. O tatlı mimikler, gülümseme ve karaktere müthiş oturan o tavırlar.  Ve Joe'nun iç sesiyle yaptığı analizler; aşk ve nefret arasında gidip gelmeden edemiyor insan.

Konu hakkında söylenecek çok şey yok aslında; bir kitapçıda tanışan ikilinin, insanda 17'sinde ki gibi aşık olma hisleri uyandıran flört sahnesiyle başlıyor herşey. Sonrası ise erkeğin kadına saplantısıyla dallanıp budaklanıyor; her şey detaylarda bitiyor.
Diziyle birlikte bir an aşkla yastığımıza sarılırken bir diğer an televizyona tekme tokat dalabildiğimiz oluyor.  Beck'in doğallığı Joe'nun sempatikliği öyle sarmalıyor ki seyirciyi, arta kalan kelebekler seyircinin midesine doluşuyor.

Diziyi bu kadar orijinal yapan ise ahlaki dilemmalar. Joe Goldberg, iyi ya da kötü diye ayıramayacağınz bir karakter. Bir insanı nasıl iyi ve kötü diye ayırabiliriz ki; bir katil iyi bir insan olabilir mi mesela?
Bu dilemmanın içinden çıkınca Beck'in dilemmasında buluyoruz kendimizi. Tabi bu sefer toplumun biçtiği kadın sıfatı altında ki ahlak sınırları içerisinde; 'bad girl or good girl' kıvamında.
Beck, hayatınızı adamak isteyeceğiniz o romantik kadın mı yoksa bir gecelik hikaye olarak kalsa yeterli olacak biri mi. Vega'nın iz bırakanlar şarkısını armağan ediyorum hepimize.

Beni bu kadar içine çeken diziyi şiddetle tavsiye ediyor ve 8.1/10 verip geçiyorum.

Elizabeth Lail' i Dead of Summer' dizisinden ve Penn Badgley'i Gossip Girl dizisinden tanıyanlar varsa belki izlemelerine ön ayak olur.

İyi seyirler...

Dipnot: We love Paco.