Ah bu tramlar ve kulaktan cikmayan kulakliklar. Fonda yine Mazhar abi ve ben yine tam ortasindayim yagmurun. E sizin de anlayacaginiz gibi bu oyun hep ayni. Bugün ruhsal olarak daha iyiyim biraz daha pozitif. Bunun sebebini keske bilebilsem; o zaman da hayat cok tekdüze olurdu herhalde. Ironiklik icime o kadar islemis ki; genel de mutlu olmayan ben cok kücük uc noktalardan mutluluk orgazmi geciriyorum. Hani bir at degilde gergedan üstünde dört nala kossam mutlu olacagim; öyle bi mallik hakim beynime. Mallik dedim de keske gercekten bi mal olabilseydim. Özledigim seylerden biri hic bilmedigim birseyi özleyebilmek. Kadinlari özlüyorum sonra geciyor; konusuyorlar ya o uzaktan görüp anlamlar yüklediginiz kadinlar. Buz daginin tek tarafi varmis derken o kirilma sesi geliyor fondan. Sonra ben yine susuyorum; dilim varmiyor hem de öyle bir varmiyor ki mecaz anlamini yitiriyor.
SlideShow
Bosluklar
Son dönemlerde kendim icin alkol almaktan baska bisey yapmadigimi varsayarsak biseyler yazmak güzel bi baslangic olacak. Baska bi sehirin Traminda isten cikmis eve dogru yol aliyorum; insan sevmedigi seylere ne kadar cabuk adapte oluyor; ne cabuk cöküyor karanlik mutsuzluktan hallice insanin icine. Hic düsündügünüz olur mu; durdugunuz yerin veya oldugunuz noktanin yanlis oldugunu. Peki ya bu bütün hayatiniza yayilirsa ? Varolussal sorunlar yetmezmis gibi sistemin icinde ki sorunlar üstüne eklenince hicbirseye cevap bulamiyorum. Gerci cevaplar bi isime yarayacak mi emin degilim. Hayatta öyle dönüsler var ki tam risk alinasi; hani ya dönersin ya tepetakla... Hayatta hersey griyken bazi seylerin siyah beyaz olmasi ve daha cok siyah olmasi güzel. Belki psikolojik rahatsizligim vardir belki de normalimdir; tanilarin ne önemi var ki bosluklari dolduramadiktan sonra. Cep telefonun otomatik düzeltmesi bile bosluktan sonra viski öneriyorsa yoktur fazla söylenecek sey. Bi duble Laphroaig alirim; buzsuz olsun.
Yeni bir yalnizlik kafasi
Oysa hala öyle zayifmisim ki. Hic aklima gelmezdi tekrardan bu kadar kirilgan olabilecegim. Yeni bir sehirde yeni bir evde yeni bir yatakta ilk rüya da baskasini görmek ...
Baskasi diyorum hem de bambaska. Baskalasmaya, baska olmaya takmis biri olarak o zamanlar anlamistim bu baskasinin hayatim da iz olacagini. Hayatim 30 yazan serite kosan sprinterin
son adiminda; yine de unutamiyorum. Unutamamakta yalan bir tabir aslinda; hic aklima gelmiyor desem yeridir. Bu ölümü düsünmeyip yasamaya benziyor; bizimkisi de ayni hikaye; her son ona cikiyor.
Cellat beni bekliyor ben cellati ama bu denklem ikimize uymuyor; iste bu sikiyor aklimda ki bütün Tanri denklemlerini. O kadar cok sey istememis olsamda hala uzakta tek istedigim sey.
X desen degil y desen yine degil; cözümlü bir denklem degil bu. Ortada bir paradoks; elde edemedigim icin mi bu kadar önemli benim icin yoksa daha derin aciklamalari mi var insan beyninin
ceperlerinin eridigi günesin kiyilarinda.
Bugün bambaska bir sehirde bambaska bir evde ikinci günüm; oysa o kadar yalnizmisim ki. Sanki hayatimda ki hersey yalniz kalmamak icin uydurdugum boyama kitabi gibi. Kirmizi yesil ve mavi
Ve sonunda siyah.. En dürüst renk siyah. Iste bu yüzden hazirim karanliginda bogulmaya. Özlemisim seni her zaman ki gibi hic bilmeyip hic bilmeyecek olsanda yaziyorum buraya.
Herseye ragmen 12 sene sonra hala ayni kalp cirpintisini yasamak güzel sey. Bir cok sey degisirken su hayatta cok ufacik seylerin degismemesi de güzel seylerden biri. En yalniz anlarimda hep onu düsünmem bi sekilde bagli oldugumuza dair bir isaret; ya da ben öyle düsünmek istiyorum. Benim gercekligim benim düsüncelerimden ibaret olduguna göre siktir edebilirim gerisini.
M.S. de ki ilk sacma sapan sarki suydu ve bu yaziya ithaf olarak gelsin.
Birden geldin aklima
Ben Sena Sener ile ilk defa bir youtube gezintisinde tanistim; tanismak olayi platonik ama problem degil; yas 30'a arkadan dayamis platonikten ereksiyon olacak hali yok. Sizi bilmiyorum ama ben kendi üslubumu özlemisim. Malum buralarda bu jargonlarla konusmak pek mümkün olmuyor; yabanci dilde de bizim dil blowjob amatörü gibi kendinden geciyor. Samimiyetimi kaybetmeden hikayeleseyim biraz. Bir varmis bir yokmus derken bi bakmis bizim oglan, ne görsün ; okul bitmis issizlik kol vermis kendisine. Giymis celik yelegini almis eline kilicini atlamis lokal trenlere. Bakmis olmuyor; tabi modaya uymak lazim. Acmis semsiyeyi üstüne oturmus; semsiye olmus takim elbise. Tabi bir allahin kulu da demiyor ki: takim elbiseye is vermiyorlar dayiii. Neyse uzun aletin kissadan hissesi Dan Dan Dan diye No yada Nein cevaplarina gögüs gerdik. Dört aylik is arama sürecinde herhangi bir basari elde etmeyi birak herhangi bir motivasyon kivilcimi da bulamadim.
Simdilerde part time garsonluga devam ederken bir tanidiga web sayfasi yapiyor bir diger tanidiga da fotograf cekimi yapiyorum. "Bi sik olmaz bizden" efsane film repligini de kendime armagan ediyorum. Türkce karakteri olmayan yeni laptopumun da Dell firmasinin da sülalesine sövüyorum.
Beni bilirsiniz belki gelirim belki gelmem. Hala 7 yil önce burada yazmaya basladigim günkü kadar kararsiz ve kaybolmusum. Ben beni bulamiyorum; siz bulursaniz bakarsiniz sevisiriz.
Tarih 21.04.2017. Bütün herseye inat ne sisteme ait olacagim ne sisteme karsi cikan siyaha boyanmis sürüye. O film repligini bosuna söylemedim ben.
Arka planda "Gönlüm hep seni ariyor neredesin sen " diyor. Onun da videosu size gelsin. Hadi eyvallah.
Böyle Böyle
Seviyorum günahi ve günahin katsayisini...
Blog Dostları
Tarzan mı Hozier mi
Dün gece "Legend of Tarzan" filmini izlemek üzere gece matinesine gittik. Film görsel olarak hoştu ama öyle senaryoya pek kafa yorulmamış. Yapımcıların keselerini doldurmak için yaptıkları bir başka film. Yine de oyuncular güzel seçilmiş; Margot Robbie Jane olarak karşımıza çıkınca bi hoş olmuyor değiliz. Üstüne Isveçin karizması True Blood dizisinden tanınma olan Alexander Skarsgard karşımıza gösterdiği güzel Tarzan performansıyla çıkınca ve bu ikisinin yanına Christoph Waltz ile Samuel L. Jackson ekleyince ortaya pekte kötü bir film çıkması mümkün olmuyor. Sırf oyuncuları için bile izlenebilecek bir film zaten eğlencelik olunca bir pazar akşamını süslememesi için hiçbir neden kalmıyor.
Yavaş yavaş
" Çoktan değişti herşey ,
Aynı değiliz ikimizde ....
...
Artık geri ver;
Geri veremezsin aldıklarını..."
Müslüm baba da yok buralarda Kemal abi gibi bayramlar gibi... Hayat bizi yavaş yavaş tüketiyor yavaş yavaş öldürüyor... İnsanı kendisi yapan geçmişi ne çabuk ve ne yavaş silinip gidiyor.
Oysa ben Tozkoparanın serseri mahallerinde büyürken öğrenmiştim raconları , Kocamustafapaşanın ucundan deniz gören pencerelerinde melankoliyi efkarı.. Vefa bozası kokan sıralarda aşkları; Bakırköy'ün yarattığı şizofrenik sancıları.. Son hız giden bir Taksim dolmuşunda hayalleri sarhoşluktan dönen birinin midesinde tutmaya çalıştığı aşk kelebekleri gibi uçurtmalara ip bağlamayı..
Ve bugün dostlarla, aile ile bir duble rakı yerine yalnız dublelerde viskiyle bitiriyoruz akşamları.. Sis-teme göre mutlu, sis kalktığında ise çırılçıplak mutsuzuz ve hep olduğu gibi.
Bilmem; yavaş yavaş ölüyoruz işte ... Ve korkaklar siz sadece bir kere ölürsünüz acısız, sapsade.. Cesurlar her gün en kanlı sahnelerde tadını çıkararak acının... Ruhları sevip bedenlerle sevişenler aslında cennet kapısına işeyenlerdir...
Artık geri ver .....
Balon
İlk balonum geldi aklıma; kaç yaşındaydım hatırlamıyorum. Tek hatırladığım ellerim büyüktü ipten ve tek bildiğim nefes aldığıydı insanların; o da kendimden. En yakın arkadaşımdı balonum benim; nefes aldığında can bulan. Kırmızıydı bazen, bazen siyah; hava güzel oldu mu daha cıvıl cıvıl uçardı; soğuklarda çıkmazdı evinden. En karanlık gecelerde bir köşede oturur sessiz sessiz benim uyanmamı ve baharın uyanmasını beklerdi. İlk balonumdu o benim ve ben onun ilk nefesi.
Birlikte uçamadık hiç ama aynı gökyüzüne aittik beraber. Ben onun gerçekleriydim, o benim hayallerim...
Ve bir gün insansal bir hainlikten dolayı verdi tüm nefesini... Belki ilk öldürülüşüydü hayallerimin ama peki ya onun gerçekleri !?
Yazının şarkısı ve ilhamı : Damien Rice- 9 Crimes
German Music
Bugün fazla konuşmayayım ve seçtiğim iki video ile sizi başbaşa bırakayım.
Ve karşınızda AnnenMayKantereit
Kendileri Köln şehrinde yaşayan 20 li yaşlarının başında 3 öğrenci.
OP 2016
2016 'ya çok motiveydim aslında ; bilmiyorum önce ki yayınlarımın birinde bahsettim mi. Yüzeysel olarak yargılayacak olursam çok ahım şahım bir dört ay geçirmedim desem yeridir . Bu zamana bitirme tezimi verip üniversite hayatıma son noktayı koymam gerekiyordu ama öyle bahaneler bulduk ki kendime henüz bitiremedim. İşte o yüzden şuan balkona laptopumla kuruldum hem okur hem programlar pozisyondayım. Aslında şu dört ayda hayatta hiçbirşeyin önemli olmadığını anlamış olsam da insan nankör bir mahlukat. Mart ayımın yüzde 90'ınını İstanbul'da geçirdim. Yaşına rağmen halı sahada Zinedine Zidane vari bilekleriyle milletin belini kıran Peder Valentino kalp ameliyatı geçirdi; tabi bizde Tanrı bize fırsatlar sundukça hep beraberiz. Şükür ki herşey güzel geçti; ve zor zamanlarda ki paylaşımlar güzel anılar olarak arkamızda kaldı. Aslında o kadar çok küçük detay var ki anlatılacak şu an samimi modumda değilim ya da kanımda ki alkol seviyesi çok aşağılarda. Belki de aramız soğudu sizinle; kısa zamanda yeniden sevişmek dileğiyle.
Üç hafta oldu geri döneli Almanya ovalarına; ben de kendime dönüş hediyesi olarak mı desem özenmişlik mi desem güzel bir ameliyat hediye ettim. Dilimi ve ağzımın iç kısmını toplam 7 parça olacak şekilde kestirdim. Narkozdan önce hatırladığım son şey başımda duran Siyahi abinin bişey hissediyor musun lafıydı; çok ironik. Ameliyat sonrası geçen iki buçuk haftalık süreçte altı kilo verip oral yeteneğimi kaybetmem oldu. Siz bakmayın böyle konuştuğuma öyle ince ruhlu birinden yada öküzden oral beklemeyin; gördüğünüz üzere yazmayı seviyorum yani çalışan şey parmaklarım yada uzuvlarım.
İki ay oldu; ağlamadım; iki ay oldu yüksek dozda alkol almadım. Ama "benim hala umudum var."
Peder beyle hastanede cep telefonunundan defalarca dinlediğimiz o mükemmel Mazhar Abi şarkısı.
Dünya yuvarlak mı bilmem; insanlara fazla güvenim yok ve işte bu yüzden bilime de; ama bildiğim şey hayatın yuvarlak olduğu. Öyle doğru diyebeleciğiniz köşeleri yok bu hayatın ; sonsuz doğru seçenek. Ahlaki normlarınızı götünüze pamuk niyetine tıkayabilirsiniz ki ben de öyle yapacağım.
Montaigne abimiz sağolsun ; mutlu yaşamıyoruz ama en azından mutlu öleceğiz.
Bir sinema hüsranı
Ülen ülen; uzun süredir beni korkutacak güzel korku filmi arıyordum. Yerli filmleri tek başına izleyince üç harflilerden dolayı tırsıyorum ama yabancı filmler beni çok tırstırtamıyor. Gerçi ufak çocuklardan biraz tırsmıyor değilim. Neyse geçenlerde The Boy filminin fragmanına rastladım. Aha dedim en çok üç buçuk attığım iki unsur bu filmde mevcut: Çocuk,Oyuncak.
Planı yaptım ve dün gece attım kendimi sinemaya. Akşam 23.15 Suaresine gittik. Oh dedim bu gece tırsıcam sonunda. Nerdeee ak ; bende şans mı var... Arkamıza 8-9 erkekli kızlı alaman 20'lik piçoslar oturmaz mı..Ebenizi züküym; hayvan gibi ses yapıyorlar, gülüyorlar falan. Zaten hem gençler, hem içkili hem de salak. Filmin ilk 10 dakkasının ırzına geçtiler; e malum korku filminde insan moda giremeyince piç oluyor. Kimseyi dövmemek için bir kaç bin kere içimden sabır çektim; ondan önce bi iki kere uyarmıştım gençleri. Neyse tam sessizleşti derken bir irkilme sahnesinde arkamızda ki kızlardan birinin hayvan gibi bağırması ve sonrasında kahkaha komasına girmesiyle film yeniden piç oldu. 20 saniye sonrasında elemanlardan biri apar topar kalkıp kafamıza çarpa çarpa koltukların olduğu bölümden çıkıp merdivenlere yöneldi. Filmin yansıttığı ışığın altında merdivenlerden inen eleman fiskiye gibi ağzından garip sıvılar çıkartarak Mission Complete dedi. Evet sağolsun merdivenlere kustu ibnetör. Ondan sonra içeriye hakim olan koku bizim için son noktayı koydu. Apar topar çıktık salondan... Daha öncesinde bir görevliye şikayet etmiştim ama o da hayatından bezmiş olduğu için "İstediğiniz filme girebilirsiniz" diyip kestirip atmıştı. Bizde gecenin 12 sinde sinemada hepsi başlamış olan filmlerden hangisine gireceğimizi aramaya başladık. Hateful 8 vardı; izlemiştik, Deadpool; ilk yarım saatini kaçırmak istemiyordum. Hail Ceasar; salla. Ahanda baktık; Dirty Grandpa..Atladık girdik. Lan De Niro ne hallere düşmüş ; adam Galatasaray'dan beter hale gelmiş. Galatasaray mı maddi zorluk çekiyor Robert De Niro'mu emin olamadım. Adam gitmiş 72 yaşında, Zac Efron'la birlikte damli dötlü filmde oynamış. Ben severim böyle filmleri; bana göre bol eğlenceli bol cıbıldak karılı filmlerdir bunlar. Kısa bi özenirim orda ki fanfini fona; that's all.
Öyle de abi De Niro nedir ya; yazık değil mi lan adamın kariyerine. Adam bildiğin yıldız olan genç aktrislerin yaptığının tersini yapmış; hani ünlü olmak için önce Porno filmlerde yada açık seçik sahnelerde oynarlar ya ...
Neyse lan kendime döneyim ; bana da yazık değil mi. Korku filmi diye gidip , Zac Efron'un zükünün üstünde arı izledik. Eşeğin zükünde kelebek bile daha cazipti. The Boy'da güzeller güzeli, meme uçlu geceliğiyle Lauren Cohen'ı izleyecektik sözde.
İşte böyle yazık oldu sinema gecemize.
Bir daha ki sinema gecesinde görüşmek üzere.