SlideShow

0

Yeni Baslangic: FB-Benfica


Uzun zaman sonra bir maçı heyecanla beklemiştik Fenerbahçe taraftarı olarak. Tabi ki içimizde öyle Pollyana umutları yoktu ama ufak birşeyler yokta değildi hani. Ve dün tarih 7 Ağustos 2018'i gösterdiğinde maç için yerlerimizi aldık. İlk 30 dakika gerçekten bizi umutlandıran şeyler görsekte sonrasında bütün umutlarımız kül oldu. Anladık ki şu takımın oyuncuları geçen yıllarda hiç ağır antreman görmemişler. Adeta 30 dakikada bütün takımın kondisyonu yerle bir oldu. Sahada gücü kalan tek futbolcu Dirardı; tabi ona da futbolcu diyebilirseniz. Kendisi bir sporcu olabilir ama futbolcu asla. Zaten gerek yaptığı yanlış paslar gerekse ileride ki etkisizliği bu sözümüzü kanıtlar nitelikte. Neyse medyanın kafası rahattı bu maç; günah geçisi aramaya gerek yoktu. Nasıl olsa Valbuena vardı; vurucam kırbacı Valbuena'ya. İyi bir maç çıkarmamış olabilir ama kötü bir maç çıkardığını da düşünmüyorum. Adam defansa müthiş yardım etti ki kendisi defansif özellikleri çok düşük olan bir oyuncu. Yaşı da olduğu için Benfıca gibi diri futbolcuları olan bir takıma karşı çift taraflı oyunu kaldıramadı ki gayet normal. Bu yüzden medya köpeklerini eleştiriyorum; sanırım aynı maçı izlemedik. Neden  Giuliano denilecek andavalı eleştiren yazılar yazmadınız; geçen seneden beri sürekli düşüşte olan ve vücut dilinden sanki antremana hiç çıkmayan bir oyuncu gibi gözüken Giulianodan neden bahsetmediniz. 90 dakika boyunca bir orta saha olarak topa en az değen oyuncu. Ne defansif ne ofansif olarak herhangi bir katkı sağlamadığı gibi herhangi bir vasfı olan bir kişilikte değil. Alper Potuk'u saymıyorum zaten; kendisi benim için porno sektöründe oynayan bir aseksüel. Bir insan bu kadar mı asportif olur; onun da antremanlara çıkıp çıkmadığı meçhul. 5 senedir zerre bir artış görmedik.
Emre Bol, Cocu'yu orta sahaya oyuncu yerine Soldado'yu aldı diye eleştirmiş. Ekici'yi aldıktan sonra elde kalan tek orta saha oyuncusu Ozan Tufan. Performansı ortada, gidip gitmeyeceği belli değil; bu adamla mı güçlendirsin orta sahayı. Bizim ülkede herşey boşken yorumcular nasıl boş olmasın.
Cocu'yu eleştirebileceğimiz tek nokta Barış olabilir; ki o da gayet anlaşılabilir bi durum. Yeni takımınla ilk resmi maçın Benfica deplasman maçı ve ona karşı takıma yeni gelmiş defansif yönü düşük olan 18'lik bir oyuncuyla başlamak istemiyorsun. Kesinlikle kabul edilebilir.

Takımın en kötülerini sıralarsak şöyle;
Giuliano; nedenini yukarıda yazdım.
Neustadter; bizi bitiren oyuncudur aslında. Gerek defansta ki yumuşaklığı ve pasifliği gerekse rakibe giden 100 tane şişirme pası bizi kendi alanımıza hapsetti. Aykut Kocamanın Neto yerine entegre edip içimize soktuğu başka bir hıyar.
Alper Potuk
Dirar

Bu dört futbolcunun dışındakiler herzaman ki gibi inişli çıkışlı futbolunu sürdürdüler. Volkan Demirel'in yediği basit gollere zaten taraftar olarak alışkınız.
Umarım haftaya Soldado,Ayew ve Barış üçlü değişikliğiyle turu atlarız.
0

Ben geldim

Aa harbiden ben geldim. Nasıl oldu bende bilmiyorum ama 2 yıl sonra gecenin bir saatinde melankolik youtube playlisti yaptıktan sonra üçüncü mojitomu alıp blogumun başına geçtim. Karanlıktaki yabancıdan kaçmaya çalışan bir ben olduğu için erteliyorum artık bu buluşmaları. Toplumsal normlara göre sağlıklı olanı öyleymiş.. Evet iyi bir işim ve çok güzel bir sevgilim var. Hayatım Tanrıya şükür çok tıkırında. Şükür veya tatmin modunda mıyım ? Tabiki hayır. Hiro var lan burda; yapraam. Öyle hava basıyorum da, bakma sen bana. İçim dışım iki bile değil. Keşke pi sayısı kadar öngörülebilir olsam; en azından kendim için. O bu değilde acaba yüzyüze görüşürmüyüz lan sizinle. Gerçi eski blog okurları nerdeee; Nikitanın saçımı kesmişliği bile var .

Nasıl kendini beğenmiş
Ağzından küfür eksilmezmiş
Ama güzel gözlüyüm... 

İşte bu definisyon beni define ediyor. Yüzyüzeyken konuşuruz sen ne güzel bi grupsun. Son birkaç aydır gecelerimin melankoli dozajını bu denli arttırabildiğin için size sonsuz sevgilerimi sunuyorum.
Duygularım sessiz moda alınmış sivri sinek modunda. Sizin anlayacağınız ben bir sik anlamıyorum. Bir düğmem falan olsa da kendime gelebilsem; otomatiğe bağlamış parmaklarımın hızını yakalayabilsem. İnsanların klitorisine giden yol benim cehennemime gidiyorsa benim suçum ne.
Bakmayın böyle boş konuştuğuma çünkü boş konuşurum ben; en azından beyaz sayfalarda.

Geldim ve gidiyorum.

30.07.2018 23:15
0

Libidonun Sarısı

Aslında herşey libidoyla başlar. Vücudunuz size o muhteşem hormon kokteylini sunduğunda hayır diyememe ihtimaliniz Tanrı'nın egosundan daha yüksektir.
Diyorum ya herşey aslında libidoyla başlar; bazen yeni bir iş, yeni  bir tatil ya da yeni bir sabah... 
Bu hikaye de böyle başladı işte... 
Anatomik saatim akreple yelkovana aldırmaksızın yemişti gazı ve gidiyordu çarpacagı duvara aldırmaksızın. Hayatta olan herşeyin bir sebebi vardır ya hani bu olayın da sebebi beni bloga yönlendirmek olabilir. Oysa bu kadar banal ve müstehcen bişeyin iyi bişeye vesile olacağını düşünmek düpedüz ahmaklık; neyse. Klavyede yazmak için harcadığım bilek enerjimi başka şeylere mi saklasam diye düşünmüyor değilim. O zehirli düşünceler hepimizde var o yüzden bırak yavşak yavşak sırıtmayı da hikayeye geri dönelim.
Anatomik saati bir kenara bırakırsak saat sabahın 8:25 iydi(evet benim için epey erken). Normalde bindiğim trende oturma alışkanlığım olmamasına rağmen oturmuştum ve olağanın aksine bir keko misali güneş gözlüğüm kapalı alana ihanet edercesine gözlerimdeydi. Hayat görevini yapmak zorunda olan bir robocop ve onu kimse durduramaz. Güneş gözlüğüme mi inat yoksa en sevdiği renge mi kabahat bilemem ama o şeffaf sarı kıyafetiyle burnumdan 10 cm uzakta duruverdi. Birşeye yakından bakmanın en kötü yanı bütününü görememenizdir; oysa ben bütün olmuştum en azından kısmen. Saniyeleri satırlara sığdırmak ne kadar güzel şey; sanki ömrüm uzuyor ve ben Cemal Süreya kıvamında güzelliklere sapıklaşıyorum..
İç güzellik ne kadar önemliyse iç çamaşırının güzelliği de o kadar önemli olabiliyor bazen ve hele ki sarının altında parlayan göz misaliyse. Ben ne dediğimi bi bilsem ! 
Sırt dekoltesinden gözüken turuncumsu bronz teninin üstünde ki o egzotik dövme de ne . Sol gözüm zaten sabit ama sağ gözüm yavaş yavaş aşağı yukarı kayıyor; en yukarı çıkıp o turuncu saçlarını gördükten sonra vücuduma pompalanan kanı yavaşlatmak adına en aşağı iniyorum; lanet olası hayat süprizleri seviyor  ve topuklu ayakkabılarının de desteğiyle o müthiş yuvarlağımsı seksiliği alan calfleri gözüme çarpıyor. Ve o iniyor trenden; bense yoluma devam ediyorum yüzünü görememiş olmanın şükrüyle. Günüm iş başında düşünsellerle geçiyor sayesinde.
Bu betimleme umarım onun obje olmadığını size iyi bir şekilde anlatıyordur; ruh ve beden bütündür. Ve bazen bedenin sunduğu görselin yanında ruhun yarattığı o enerji sizi alıp götürür. Bedensel içgüdüleriniz ruhsal enerji çekimiyle birlikte aynı yöne hareket ettiğinde kendinizi değişik bir boyutta bulursunuz.
Tabi siz bunları basite indirgeyip sadece seksüel sapıklık olarakta algılayabilirsiniz. Maalesef hayat siyah ve beyaz değil hatta sadece grinin 50 tonu da değil. Empati yeteneğiniz ne kadar gelişmişse renk yelpazeniz o kadar geniştir ve tat duygunuz evrimleşir.
Bugünlük libidoluyum yarın çok duygusal geri dönebilirim..



Son hızla giden bir motorsikletten indikten sonra garip bir depresyona girersiniz ya işte hayatımın temposuda buna sebep oluyor.
Sanki dünya ayaklarımın altında yavaşlıyor;
Tanrı sen en ironik varlık,
Çığ altında saklanıyor .. 
Hayatım boyunca o genel tatmin noktasına ulaşamayacağıma neredeyse eminim; buralara takılan anonim bir kişi güzel yorumuyla bana hitap etmişti ; Bir amaca bağlanmayan ruh, yolunu kaybeder; çünkü heryerde olmak hiçbir yerde olmamaktır. demişti tanıdığım melankolik bir adam yıllar önce.
Amaca bağlanmayan ruh kesinlikle bendim ve sanki bunu yıllar önce söylemiş melankolik adam da ben. Anonim kişiyle iletişim kuramadığım için cevabını öğrenemeyeceğim bir soru bu. 
İşte tatmin olamayacağımı bilmek beni aç bir hayvana çeviriyor ve hayatta herşeyi denemeye çalışıyorum. Tabi bu bazı noktalarda sınırları aşmaya zorlayabiliyor. Ki ben zaten sınırları hiç sevmem; arzularımın peşinden gitmeyi hep sevmişimdir ama esiri olmayı sevmedim. Her zaman ki gibi ipin üstünde kamasutra yapmaya çalışıyorum ama bu sefer biraz farklı; tek bir kişi yerine binbir ruhla ve eğer düşersem yere değil göğe çarpmak riskiyle. 
Bu garip yaradılışın ufak bir parçasını o müthiş sözleriyle betimleyen şarkı da size gelsin.

The Do  - A take away show 

We're breaking promises we thought we could keep
We trigger avalanches unknowingly, oh
We're not so different from convicts on the run
Freedom could kill us, but we'd rather go on
This is a journey and we wanna go far
They say we're selfish but this plane is on fire

We're breaking promises we wanted to keep
We trigger hurricanes unwillingly
It's our fault
When it all
Breaks into everyone's lives
Still we would do it again

0

Ne Farkeder?

"Bir sabah uyandim, yoktun ; arandim; yoktun..."

Evet gençler yüzyüzeyken konuşuruz kısmetse. .  . Yaş otuz olunca zaman kıymete biniyor. Eğer bişeyler yapabilme fırsatım varsa uykudan kısıyorum; eskiden olsa uyku haricinde bütün herşeyden kısardım.
En önemlisi insan Think'er lıktan çıkıp Do'er moduna girmeye başlıyor. En basit örneğiyle uçak bileti almadan önce kılı kırk yaran ben, geçen ay Antalya'da Otel tatilimi yaptıktan sonra bu haftasonu için Prag'a Road Trip ayarladım ve üstüne o da yetmezmiş gibi ay sonu İstanbul'a 5 günlük çıkarma yapacağım. Gün bugündür; değerlendirmek lazım.. Gerçi bazı kısıtlayıcılar mevcut; enerji ve para. Maalesef ikisinden biri suyunu çekince ya götü deviriyorum ya da pısıyorum bir köşeye...
Eskiden daha çok korkarken ölümden hiç takmazdım ölümsüz olmayı; bugünlerde ise daha az korkaren ölümden daha çok takıyorum kafayı ölümsüzlüğe. . .
Beş parmağın beşi birbirinden farklıyken; kaç farklı orgazm yaratmıştır Tanrı; Ruhumda deli sorular,
Beyni sığ olanlar herşeyi bacak arasında yargılar.
Tanrı istemeseydi, çokta sikimizde olmazdı aslında.. Polenleşirdik, romantik romantik... Dokunabilmek varken ruhuna o gizli otobanından sana çıkan sahil yolundan ve kalbime ferrari motoru hissi veren o kokun varken şah damarından bütün uzuvlarıma etki eden; ne farkeder.

"Bir sabah uyandim, yoktun ; arandim; yoktun..."

'Hala bulamıyorum bugününe vardım çoktan uyandım artık hiç istemiyorum'

Bugün arzu ettiğimiz şeyleri yarın arzu edeceğimizin garantisi yok.. Öyleyse 'Carpe Diem' bile değil hayat. Anı değil anlık arzularınızı yakalamak olay...

Ve Tanrı en ıslak gecelerde yarattı seni, 
İçini titreten yağmur damlalarının altında...
Yaz görmemiş sahil kasabası kadar,
Kendine sakladı seni.. 
Eli yordam oldu,
Seni bekledi hep,
Ölü yüreği..
Sustu bütün vücutlar
Bir çığlık yükseldi Tanrı katından,
Doğdu insan,
Oldu Tanrı orgazm.
0

Başkalaşıyor muyuz ?

Bir çok ortak noktamız olmasına rağmen öyle hissediyorum ki  A noktasından iki zıt yöne doğru eşit hızlarla yola çıkan arabaların belli süre sonra arasında oluşan mesafeyi soran matematik sorularının içinde ki arabalar gibiyiz.. Bir de üstüne dünya dönüyor; ya hoca hiç hesap etmişmiydin bunu! Yağan yağmuru ya da radyoda çalan o efkarlı şarkıyı ve kalbimde pompalanan o promil promil rakıyı..
Ömür akıp giderken senin bana sorduğun şeylere bak..
Başkalaşıyoruz diyorum ya; evet maalesef başkalaşıyoruz. Mesafeler ne kadar önemsiz olsa da; sen orada başka bir sistematik dünyanın esirisin ve bense bir başkasının. Farklı dilleri konuşmayı geçtim artık; farklı şarkılar dinleyip başka günlük konularda boğuluyoruz.
Beni yine buralara getiren, az önce tesadüfen dinlediğim dizi şarkısı 'Yalnız ölmeyeceğim değil mi' . Çukur dizisinin soundtracklerinden biriymiş kendisi. Sonra Çukur geldi aklıma; o kadar duymama rağmen izlememiş olduğum dizi. Kim bilir kaç son dakika haberini kaçırdım senin aklında şimşekler çaktıran ve kim bilir kaç yağmuru ıskaladım senin tenine bombalar atan... Bazen uzakta olmak o kadar çok şey farkettiriyor ki; anlamanı beklemiyorum. Zaten anlamak gidenlerin lanetidir; o yüzdendir ki yazanlar kalanlara oranla daha çok gidenlerdir.
Yalnız ölmeyeceğim değil mi ? Gereksiz bir soru ama şarkı güzel.
Bonus şarkı olarak size Melek Mosso'dan Aşk Bitermiş şarkısını armağan ediyorum. 10 dakika sonra işten çıkıp eve gideceğim o yüzden yazımı yavaş yavaş burada sonlandırıyorum.
Bir iki hafta içerisinde vakit bulursam size 8 yıl sonra tatil yapmanın  ve denize atlamanın uyandırdığı garip hisleri farklı metaforik orgazmlarla anlatacağım.

'Bir el cepte öbürü boşta....'


0

Kipirti



Icimde birseylerin kipirdamasini o kadar cok isterdim ki ; sonbahar da düsecek yapragi kalmamis bir agac gibiyim.. Ne bir dert var ne bir melankoli.. Sapsari düsler icerisinde kamufle olmus hiclik gibiyim.. Üstüme yakisan sarkilar bile sessiz artik; ve o hep giydigim uzun manto yer cekiminden bikmis adeta...
Ay yüzlü kadin; bu sarki bana icimde kipirti olan zamanlari hatirlatiyor. Sanirim kipirtili oldugum zamanlar tanistigim bi sarkiyla arasinda olan benzerlikten kaynaklaniyor bu.. O bir sarkinin adi gülü susuz seni asksiz birakmam.. Takvim lise zamanlarini gösteriyordu ilk duydugumda ve aylardan ramazan, iftar sofralarini dostluklarin en güzelleriyle süslüyordu... Girdigimiz kafe cami karisimi yerde Tanrisal melodilerle fon da bu sarki caliyordu; icim ürpermisti.. Öyle ürpermisti ki; sonrasinda ki bütün hafta boyunca sarkiyi hatirlayip mirildanmaya calismistim ve sonunda baska bir yerde daha denk gelip ögrenmistim sarkinin adini. O zamanlar kipirdayan bir ben mi vardi yoksa ben o zamanlara bakinca kipirdayan sayfalar mi görüyorum; bu da cevabini bilmedigim az sorudan sadece biri.
O zamanlari aradigimdan midir nedir; bi kivilcim istiyorum ama ben dengesi olan biri degilim bir kivilcimda alev alabilirim.
Tipki beni kalbimden pi sayisi kadar uzaga dolayli olarak firlatan; o frenime düsen kus tüyü gibi.
O yüzden duygularimiza helyum balonlar baglayip kendimizi kara deligin deniz manzarali kösesine yollamak istemiyorsak simdilik burada ufak bir nokta koyalim. Ya da 3 nokta olsun; en sevdigim . . .



Resim kaynak:https://lowlandet.deviantart.com/art/A-balloon-filled-with-fun-194714168