SlideShow


Son hızla giden bir motorsikletten indikten sonra garip bir depresyona girersiniz ya işte hayatımın temposuda buna sebep oluyor.
Sanki dünya ayaklarımın altında yavaşlıyor;
Tanrı sen en ironik varlık,
Çığ altında saklanıyor .. 
Hayatım boyunca o genel tatmin noktasına ulaşamayacağıma neredeyse eminim; buralara takılan anonim bir kişi güzel yorumuyla bana hitap etmişti ; Bir amaca bağlanmayan ruh, yolunu kaybeder; çünkü heryerde olmak hiçbir yerde olmamaktır. demişti tanıdığım melankolik bir adam yıllar önce.
Amaca bağlanmayan ruh kesinlikle bendim ve sanki bunu yıllar önce söylemiş melankolik adam da ben. Anonim kişiyle iletişim kuramadığım için cevabını öğrenemeyeceğim bir soru bu. 
İşte tatmin olamayacağımı bilmek beni aç bir hayvana çeviriyor ve hayatta herşeyi denemeye çalışıyorum. Tabi bu bazı noktalarda sınırları aşmaya zorlayabiliyor. Ki ben zaten sınırları hiç sevmem; arzularımın peşinden gitmeyi hep sevmişimdir ama esiri olmayı sevmedim. Her zaman ki gibi ipin üstünde kamasutra yapmaya çalışıyorum ama bu sefer biraz farklı; tek bir kişi yerine binbir ruhla ve eğer düşersem yere değil göğe çarpmak riskiyle. 
Bu garip yaradılışın ufak bir parçasını o müthiş sözleriyle betimleyen şarkı da size gelsin.

The Do  - A take away show 

We're breaking promises we thought we could keep
We trigger avalanches unknowingly, oh
We're not so different from convicts on the run
Freedom could kill us, but we'd rather go on
This is a journey and we wanna go far
They say we're selfish but this plane is on fire

We're breaking promises we wanted to keep
We trigger hurricanes unwillingly
It's our fault
When it all
Breaks into everyone's lives
Still we would do it again

0

Ne Farkeder?

"Bir sabah uyandim, yoktun ; arandim; yoktun..."

Evet gençler yüzyüzeyken konuşuruz kısmetse. .  . Yaş otuz olunca zaman kıymete biniyor. Eğer bişeyler yapabilme fırsatım varsa uykudan kısıyorum; eskiden olsa uyku haricinde bütün herşeyden kısardım.
En önemlisi insan Think'er lıktan çıkıp Do'er moduna girmeye başlıyor. En basit örneğiyle uçak bileti almadan önce kılı kırk yaran ben, geçen ay Antalya'da Otel tatilimi yaptıktan sonra bu haftasonu için Prag'a Road Trip ayarladım ve üstüne o da yetmezmiş gibi ay sonu İstanbul'a 5 günlük çıkarma yapacağım. Gün bugündür; değerlendirmek lazım.. Gerçi bazı kısıtlayıcılar mevcut; enerji ve para. Maalesef ikisinden biri suyunu çekince ya götü deviriyorum ya da pısıyorum bir köşeye...
Eskiden daha çok korkarken ölümden hiç takmazdım ölümsüz olmayı; bugünlerde ise daha az korkaren ölümden daha çok takıyorum kafayı ölümsüzlüğe. . .
Beş parmağın beşi birbirinden farklıyken; kaç farklı orgazm yaratmıştır Tanrı; Ruhumda deli sorular,
Beyni sığ olanlar herşeyi bacak arasında yargılar.
Tanrı istemeseydi, çokta sikimizde olmazdı aslında.. Polenleşirdik, romantik romantik... Dokunabilmek varken ruhuna o gizli otobanından sana çıkan sahil yolundan ve kalbime ferrari motoru hissi veren o kokun varken şah damarından bütün uzuvlarıma etki eden; ne farkeder.

"Bir sabah uyandim, yoktun ; arandim; yoktun..."

'Hala bulamıyorum bugününe vardım çoktan uyandım artık hiç istemiyorum'

Bugün arzu ettiğimiz şeyleri yarın arzu edeceğimizin garantisi yok.. Öyleyse 'Carpe Diem' bile değil hayat. Anı değil anlık arzularınızı yakalamak olay...

Ve Tanrı en ıslak gecelerde yarattı seni, 
İçini titreten yağmur damlalarının altında...
Yaz görmemiş sahil kasabası kadar,
Kendine sakladı seni.. 
Eli yordam oldu,
Seni bekledi hep,
Ölü yüreği..
Sustu bütün vücutlar
Bir çığlık yükseldi Tanrı katından,
Doğdu insan,
Oldu Tanrı orgazm.
0

Başkalaşıyor muyuz ?

Bir çok ortak noktamız olmasına rağmen öyle hissediyorum ki  A noktasından iki zıt yöne doğru eşit hızlarla yola çıkan arabaların belli süre sonra arasında oluşan mesafeyi soran matematik sorularının içinde ki arabalar gibiyiz.. Bir de üstüne dünya dönüyor; ya hoca hiç hesap etmişmiydin bunu! Yağan yağmuru ya da radyoda çalan o efkarlı şarkıyı ve kalbimde pompalanan o promil promil rakıyı..
Ömür akıp giderken senin bana sorduğun şeylere bak..
Başkalaşıyoruz diyorum ya; evet maalesef başkalaşıyoruz. Mesafeler ne kadar önemsiz olsa da; sen orada başka bir sistematik dünyanın esirisin ve bense bir başkasının. Farklı dilleri konuşmayı geçtim artık; farklı şarkılar dinleyip başka günlük konularda boğuluyoruz.
Beni yine buralara getiren, az önce tesadüfen dinlediğim dizi şarkısı 'Yalnız ölmeyeceğim değil mi' . Çukur dizisinin soundtracklerinden biriymiş kendisi. Sonra Çukur geldi aklıma; o kadar duymama rağmen izlememiş olduğum dizi. Kim bilir kaç son dakika haberini kaçırdım senin aklında şimşekler çaktıran ve kim bilir kaç yağmuru ıskaladım senin tenine bombalar atan... Bazen uzakta olmak o kadar çok şey farkettiriyor ki; anlamanı beklemiyorum. Zaten anlamak gidenlerin lanetidir; o yüzdendir ki yazanlar kalanlara oranla daha çok gidenlerdir.
Yalnız ölmeyeceğim değil mi ? Gereksiz bir soru ama şarkı güzel.
Bonus şarkı olarak size Melek Mosso'dan Aşk Bitermiş şarkısını armağan ediyorum. 10 dakika sonra işten çıkıp eve gideceğim o yüzden yazımı yavaş yavaş burada sonlandırıyorum.
Bir iki hafta içerisinde vakit bulursam size 8 yıl sonra tatil yapmanın  ve denize atlamanın uyandırdığı garip hisleri farklı metaforik orgazmlarla anlatacağım.

'Bir el cepte öbürü boşta....'


0

Kipirti



Icimde birseylerin kipirdamasini o kadar cok isterdim ki ; sonbahar da düsecek yapragi kalmamis bir agac gibiyim.. Ne bir dert var ne bir melankoli.. Sapsari düsler icerisinde kamufle olmus hiclik gibiyim.. Üstüme yakisan sarkilar bile sessiz artik; ve o hep giydigim uzun manto yer cekiminden bikmis adeta...
Ay yüzlü kadin; bu sarki bana icimde kipirti olan zamanlari hatirlatiyor. Sanirim kipirtili oldugum zamanlar tanistigim bi sarkiyla arasinda olan benzerlikten kaynaklaniyor bu.. O bir sarkinin adi gülü susuz seni asksiz birakmam.. Takvim lise zamanlarini gösteriyordu ilk duydugumda ve aylardan ramazan, iftar sofralarini dostluklarin en güzelleriyle süslüyordu... Girdigimiz kafe cami karisimi yerde Tanrisal melodilerle fon da bu sarki caliyordu; icim ürpermisti.. Öyle ürpermisti ki; sonrasinda ki bütün hafta boyunca sarkiyi hatirlayip mirildanmaya calismistim ve sonunda baska bir yerde daha denk gelip ögrenmistim sarkinin adini. O zamanlar kipirdayan bir ben mi vardi yoksa ben o zamanlara bakinca kipirdayan sayfalar mi görüyorum; bu da cevabini bilmedigim az sorudan sadece biri.
O zamanlari aradigimdan midir nedir; bi kivilcim istiyorum ama ben dengesi olan biri degilim bir kivilcimda alev alabilirim.
Tipki beni kalbimden pi sayisi kadar uzaga dolayli olarak firlatan; o frenime düsen kus tüyü gibi.
O yüzden duygularimiza helyum balonlar baglayip kendimizi kara deligin deniz manzarali kösesine yollamak istemiyorsak simdilik burada ufak bir nokta koyalim. Ya da 3 nokta olsun; en sevdigim . . .



Resim kaynak:https://lowlandet.deviantart.com/art/A-balloon-filled-with-fun-194714168
0

Seninim son kez


Bazen öyle sarkilara denk gelirsiniz ve neden oldugunu anlamasaniz bile sizin icinizde garip bir sekilde yer edinmeye baslar. Iste Arturito'nun bana tavsiye ettigi sarki da böyle bir sarki .. Ergenlik caglarimi saymazsam Teoman'i severim ve tabi Teoman kadar alternatif asklara boyanmis ciplak kadinlari da..
Ciplak kadinlara takilip kalmadan önce ben sarkiyi sözlerine soymak istiyorum. Tabi önce hangi sarkidan bahsediyoruz lan sorusunu cevaplamamiz lazim.
Teoman ve Irem Candar'in o müthis parcasi "Seninim Son Kez".
Aslinda sarki degil bir hikaye; arada gecen ic ses dialoglarin özetinde olusan bir hikaye.
Öyle garip isliyor ki icime; belki sevdigimden asi asklari.. Asi asklari en kanli savas alanlarina benzetiyorum ben ya da kanatircasina sevismelere..

sen bana düşman içimde
 kanar akarsın derimde

Hayatta özlem duymadigim hicbir sey yok ama özlemine esir oldugum birsey de... Sevismek dogurganliga yol oldugu icin bu kadar arzulaniyorsa bile ben öldürmeyi de seviyorum; alev alev yanan bir seye su dökmektense körükle gidip kendi gözlerim de yansimasini hayal etmeye cesaretim varsa kim suclayabilir beni. 

bu uzlaşmaz iki kalp 
bizim yaralarını yarıştıran

Benim olmani istemem sadece Tanri'yi kiskandigimdan; ben olsaydim seni yaratan, yillarimi ayirmazdim meme uclarindan. Herkes öldürür yaratanini; siz hainlersiniz inananlar. 

karanlıkta evine 
"soyundum geldim"/"seninim" son kez

Özgürlügünü sana verirken kendimi özgür biraktigimi söylememistim sana; en karmasik bulmacalar aslinda cevap ararken yaratilanlardir. Kesfetmek ve tüketmek cizgisini asmayan bir ruh giderken asili kalandir. 

göze alıp sensizliği şimdi
seni terkediyorum


Ref:https://kayjensen.deviantart.com/art/Melancholia-282327984
0

Three wishes



Yazinin sarkisi the pierces'dan Three Wishes. Bir gece Taksim'de kuzenlerle konserlerine gitmistik. Cennetten düsen iki kiz kardesin kurdugu bir grup kendileri. Kendilerini de bizim turuncu vasitasiyla taniyip o günlerde tesadüfen Istanbu'la gelmelerini firsat bilip kuzenlerde beyin yikama hamlesini gerceklestirdim ve sonra ver elini konser. Alkolden mi konserden mi bilemedim ama cok eglenmistik. Hatta solistlerle abuk subuk fotograflarimiza ertesi gün müthis gülmüstük.
Aslinda ben bunu yazmak icin gelmemistim bu sayfaya.. Sarki bende cifte cagrisim yapti o yüzden yazi allak bullak oldu. Aklima sarimsakli sahili geldi.. Genclik yillarinin yaz sezonunu gecirdigim sahil.
Kisa bi hikaye anlatacagim aslinda :
Ben güzellik gördüm mü kayitsiz kalamam. Utangac biri oldugumdan da öyle cok aktif hareketlerde bulunmam; yani kayitsiz kalamam derken pasif bir sekilde.. (Kendime güldüm aci-tatli bi sekilde) Neyse yine günlerden bir gün bizim elemanlarla tipik sahil yürüyüsümüzü yapiyoruz. Kirmizi bikinisi ve kivircik saclariyla uzanan biri gözüme carpiyor. Bende bi erime mevcut tabi. Diyorum ya bünyem güzellik gördümü enteresan tepkimelere giriyor. Öyle cinsel tepkimeler degil bunlar; bir sanatcinin bir öteki sanatcinin müthis eserine bakarken girebilecegi tepkimeler.
Ben bir 30 tur attiktan sonra oralarda, 50 dereceye ulasmis kumun yaktigi tabanlarimdan da gaz alarak atiyorum kendimi kizin yanina. O güzel dis görünüsün altindan bir de tatli bir insan cikmaz mi. Arkadas oluyoruz; yazlik dönemleri kisa oldugundan fazla görüsemiyoruz tabi. Farkli ülkelerde yasamakta cabasi. Gel zaman git zaman uzun uzun msn sohbetlerimiz olsa da son zamanlarda hic iletisime gecemedigim birisi. Böyle aniden aklima gelince özlüyorum hayatima giripte yeterince kalamamis insanlari.
Dedim ya bende cagrisim cok. Ben kendisine karasi diye hitap ettigim icin bu yazinin bonus sarkisi da Hakan Peker'den karam olsun.

1

Güle güle Gepetto


Herkesin özürlü oldugu noktalar vardir; benim de var. Örnegin sakiz patlatamam ben. Ama daha da kötüsü bazen duygularimi hic anlatamam ya da ciplakliktan korkarim. Iste böyle durumlarda yazmak benim icin en güzeli ve en kolayi. Bizim kuzenler arasinda adlarimiz vardi; dogruluk, kardeslik ve iki tane daha suan aklima gelmiyor.
Kuzen senin kaderin Hak'tan. Telefonda da söyledigim gibi bazen yaninda olamamak en kötüsü.
Günesli günler sizin olsun, yagmurlu günler de ayni semsiye altinda durmak varken. 
Bazen ne kadar akraba olsanizda hayat sartlari sizin paylasim icerisine girdiginiz süreci kisaltir. Bu kisa süreci en efektif sekilde kullanmak önemli olandir. Ve iste o efektif anlardan birini unutmam ; 
Yagmurlu karanlik bir günde Istanbul'un pek bilinmeyen sokaklarinin birinde alt katta bulunan atölyesinde yalniz basinaydi. Gepetto'dan hallice elleriyle sanatini icra ediyordu topraktan gelen o ahsap üzerinde. Ogluyla, beni karsisinda görünce sevinmisti. Ilk defa gitmistim atölyesine. Bir yandan isini yaparken bir yandan da bizimle lafliyordu. Dedim ya karanlik bir havaydi ve bardagimizda ki cayda koyu demliydi. Sizin anlayacaginiz hersey uygundu derin sohbete. Kelimesi kelimesine hatirlamazsiniz cogu sohbeti ama notalarini unutmazsiniz. Iste bu da öyleydi; uzun uzadiya ve kestirme konustuk üzerine .. Tek konu vardi ve aslinda bütün konular :  Kader... 

Yolun acik olsun , Mümtaz bir yerin olsun eniste.


0

21 Ay Yılı


Yine 21 ay geçmiş üstünden. Bu kadar uzun sürenin geçtiğine mi üzüleyim yoksa anlamadan geçtiğine mi; bilmiyorum. Hayat, sen su katılmamış bir orospu çocuğusun. Çekirdek ailemden kimseyi görmeyeli 21 ay geçti; evet yine.
Annem geliyor yarın. İlk defa şuan yazarken farkediyorum bu garip mutluluk ürpertisini. O kadar boş bir ruhum var ki; kurşun geçirmez...
Düşünüyorum hayatta ne aileyle geçirilen o muazzam zamanın yerini tutabilir ki ? O özgürlük aşkı mı, kariyer mi ya da çok zengin olma hayalleri mi... Ben size hayatında çokça şey kaçırmış sıradan bir insan olarak cevap vereyim; kaçırabileceğiniz en güzel şey aileyle geçirebilecek zaman.
Ne diyelim be koç boğazda düğümlenen o yutkunmaya diyecek tek birşey var;
 Gönüller bir olsun .



Resource of Picture:https://shycrow.deviantart.com/art/Time-210669689
0

Little cold or cold a little


Yazının şarkısı için tık tık Michael Kiwanuka - Cold little heart

Size taşındığımdan bahsetmişmiydim; evet yine taşındım Almanya'da yaşadığım 8inci farklı ev yada 9 bilemiyorum. Bir gezgin yada göçebe değilseniz bünyenize dokunması pek muhtemel; evet ben de triplere girmiyor değilim. Her dairenin kendine has karakteri var; tıpkı insanlar gibi.. İşte bu nedenle hepsine yakın olamıyorsunuz ve çoğuna ev bile diyemiyorsunuz. Zaten ev kavramı sonsuz karmaşıklık içeren bir kavram o yüzden o kavramı bu küçücük blog yazımda çözmek gibi bir iddaam yok. 
Aklıma Sabahattin Ali geldi durup dururken ve tabi en sevdiğim romanlar arasında olan baş yapıtı 'Kürk Mantolu Madonna'. ' Bir insan bir insana herhalde yeterdi.' cümlesi benim için içimde kalıplaşmış cümlelerden biri; öyle ki yüreğime dövme olarak kazıdığım bir cümle bile diyebiliriz. 
Ama son zamanlarda merak ettiğim birşey var; ben kaç insanım, kaç insan var içimde ve kaç insana daha evrileceğim ? Kaç bir insan yetecek bana ... Üstat kusura kalma bunu sorduğum için; ev diyemem ama yaşadığım yere gelseydin üstüne konuşurduk bu cümlenin, rakı eşliğinde. Eminim ki fırsatın olsaydı belki sende açıklardın bunu bir yaz günü mayosu üstünde Madonna'yla . Hoş gurbette ne kadar yaz geliyorsa insanın içine. 
Çok saptım konudan, zaten en güzel yaptığım şey bu değil mi ! Neyse ocağım kısa devre yaptı ve kablolar yandı; yarın açım; olursa davetinize icabet ederim.

İçine sığamadığım kutular var; oysa ben miyim sığmaya calışan yoksa sığdırılan? Bilmiyorum.




Resimin kaynağı:https://www.deviantart.com/art/Cabin-677451255
0

Proof of Stake(POS) for Dummies

Birazda bilgilendirici olalim. Son günlerde kripto paralarin ve özellikle bitcoinin muazzam deger kazanmasindan sonra hepimiz bazi kavramlari hayatimiza sokmak durumunda kaldik.
Bu kavramlardan biri Proof of Stake(POS). Genelde cogu kripto para Proof of Stake(POS) ve Proof of Work(POW) algoritmasini birlikte kullanir.

Öncelikle bazi baslica terimleri bildiginizi kabul edip o terimleri kullanmak zorunda olacagim onun disinda internet üzerinde bulacaginiz diger kaynaklar gibi cok bilimsel anlatmayacagim.

Proof of Stake Nedir?

Kripto paralarin en can alici özelligi zincir sistemi(blockchain) kullanmasi; yani biz kullanicilar hepimiz isleyen sistemin bir parcasiyiz. Bu sistemi kafamizda söyle canlandirabiliriz :

Bir odada 20 kisi olsun ve herkesin cantasinda belli sayida yapboz parcaciklari. A kisisi B kisisine komple bir yapboz paketi göndermek istedigi zaman o büyük yapboz paketini kendisi gönderemiyor; A kisisi disinda o yapboz paketine ait olan kücük yapboz parcaciklarinin sahipleri de otomatik olarak B kisisine yapboz parcaciklari gönderiyorlar. Ve bütün parcaciklar B oyuncusunda birikip bütün bir yapboz paketi haline gelip transfer tamamlanmis oluyor.
Bunun neresinde Proof of stake var diye sordugunuzu duyar gibiyim;
Ne kadar cok yapboz paketiniz varsa yapilan transferlerde sizin de yer alip yapboz parcacigi göndermenizin ihtimali daha yüksek ve sistem sizin bu rolünüzü bos gecmeyip sizi ödüllendiriyor ve size yapboz paketleri hediye ediyor.

Aslinda bu coin algoritmasi bir dogrulama algoritmasi olarak calisir. Asil amaci bütün kisilerden bu parcalari almak degil onun yani sira parcaciklari karsilastirip dogrulamaktir.

Onun disinda bir iki yararli link:
POS Wiki
Baska bir türkce kaynak


0

Bir dünya ihtimali


Son lux alternate world sarkisi sagolsun, yine beyaz sayfalarin düs denizine dönüstügü yerde buldum kendimi. Beyaz sayfaya bakmak ne uyandirabilir ki insanin icinde; kan sicrama analisti Dexter'i mi , Jacques Reverdi'nin Channel No 5 kokan mektuplarini mi, her dolunayda yaslanmis ayin suratina vuran isikta aciga cikan o cukurlarini mi , ya da bir cinsiyetlinin erkeklik zarini mi...
Alternatif bir dünyadan bahsediyorum o yüzden kavramlarim sizi germesin; acikcasi cokta memem de degil. Mammals olmayan memeli bir tür olmak ölüngenligimi etkiliyor. Günesin dolunay vakitlerinde ölüngenlik katsayim arttigi icin ruhsal tecavüz ihtimalim artiyor. Dedim ya ayak amciklamasi gecirebilirsiniz diye. Hem beyin fetisi olmak ne güzel sey; evet evet bu sefer beyin fetisi. Belki bosalirim kim bilir, belki bu da bi cogu gibi orgazmsizdir. Kisa bagliyorum, uzun gözlerini kesmekten baska carem yok; o mavi saclarina asili kalmisken. Ve sizi kötülüyorum..

" Siyahla beyazi karistirmak kadar günahkar degil masumiyet."



Resource of Picture:https://gilad.deviantart.com/art/Henry-s-world-30114549
0

Lost on you





"When you get older, plainer, saner"


Yaşlandıkça aklı başında olmak mı; sadece algı yanılsaması olsa gerek. Hayatta herkes üstüne düşeni oynuyor; bazılarına kalan Benjamin Button rolü...



"Smoke 'em if you got 'em"


Atahol'un da dediği gibi yaşadın mı mevzusu bu.. Yakaladın mı öyle bir çekeceksin ki içine, ciğerlerın patlarcasına. Rutine binmiş günleri her gün yavaş yavaş solumaktansa o özel anı sigara müptelasının son sigarası gibi içine çekmemek Tanrı'ya en ıslak küfürlere eş değer değil mi!



"All I ever wanted was you" 


Yine hayata dair boktan bir dilemma. Artık hiçbir şey istemediğim için mi herşeyi istiyorum ya da hiçbir şey istemediğim için mi hiçbir şey istemiyorum; işte bunlar mı seni istemeyi özel kılıyor yoksa sende aslında hiçbir şey misin bu dilemma da.


"Let's raise a glass or two 



To all the things I've lost on you " 



Zaten ne zaman bir de kaldı ki kadehlerin sayısı; matematiği sevmeyen çocuklar bile aşığı oldular sayıların sayarken kadehleri. Hem bunun adı refill time; kaybolanları ne daha iyi doldurabilir ki Tanrı katından gelen bir kadehe kıyasla.




"After everything I've lost on you" 


Sıfıra indikten sonra oradan yukarı tırmanmak kazanç mıdır; yoksa herşeyin aksine o elde ki sıfır bütün herşeyi zaten çoktan yutmuş mudur... Adı koyulmuş ölüm tarihinden bir hafta sonrasına piyango kazanmak neye yarar ki.. Bazen kaybetmek kaybetmenin ötesinde olabilir...
0

Karli Pazartesi


Bazen hersey yazmaya elverislidir; is basinda olmak bile durduramaz sizi. Zaten benim gibi masa basi bir iste calisiyorsaniz pekte frenleyici birsey degildir is basinda olmak. Tarih 11 Aralik 2017 yi gösterirken arkaplanda Bremen sokaklarina yagan kari izliyorum. Kulagimda kulaklik sacma sapan dünyalara dalmis durumdayim. Oha diyorum ; arka planda tesadüfen youth daughter sarkisi calmaya baslayinca otomatik olarak oha diyorum. Son zamanlarda beni benden alan nadir sarkilardan biri kendisi. Hatta cigerimi söken bir sarki diyebiliriz. E o zaman bütün korkaklara, cesurlara, yasayanlara, ölenlere, yaratilmis ve yaratilmakta olan bütün Tanrilara selam olsun.

Kac cam kirintisi sigar ki kalbe,
Unufak kar tanesi gibi,
Önüne sersem bütün yollari
Kirmizi dogal renkte,
Tanrilar sahte adette ...
Pandoranin gelinligi gibi,
Yilin ilk kari;
Önce beyaz sonra islak ve siyah,
Kim bilir kac zar atildi,
Tanri katinda..
Her gün yeniden doguyor,
Taptaze..
Ve günah,
Firinin önünde bekleyen ilk müsteri..
Düsünmeden önce,
Aslinda hersey bakire,
Öldür beyinleri
Tanri bile kahpe....

0

Bir Bostancının Hikayesi


Bir Bostancı'nın hikayesi bu.
Kaçınız bilir Bostancı sahilinden Kasdav mekanına giden kaldırımların kokusunu. Hele bir de üstüne Mart gribini ekledin mi ; tadından yenmez. 
Yaş 17'ye 5 kalayı gösteriyor ; kalp , imkansız sevdaları. 
Kaç kişi kaybetmiştir restini elinde Flush Royalle ... 
Bir kadın , ağlıyor ; cebinde gençlik umutları. Kaç erkek boğulmuştur bir gözyaşında ? 
Bostancı'dan Levent'e sümüklü bir çocuk yürüyor. E-5 'in yamacına bırakıyor bütün zehirleri mesanesinde ki ... Kaç kişi atlıyor boğaz manzarası olan bir balkondan ; yada kaç kişi atlamıyor !? Bir kadınla ölmek ne kadar zor ; üstelik birlikte ölecek bir kadın ararken ... 
Kaç kadının üstünü örtüyor bu eller ;  ya da kaç hayalin ... 
Beyaz bir gece kaç kez kara sevdaya uyanıyor ; kim bilir...
Rakı şişeleri sofrada yatarken insan uzanmadan edemiyor baş ucunda ki sandalyeye ... 
Kaç kişi sek içiyor rakıyı ; kucağında sevdiği kadın , sağında boğaz görseliyle... 
Yaş 17 ; umutlar yeşeriyor sarının eşiğinde. 
Ela gözlere aldanma ; kimbilir belki yeşilinde baharı saklıyor , belki de sonbaharı kahverengisin de ... 

O zamanların iki şarkısı : TIK TIK

Dipnot: Bu yaziyi 12 Ekim 2011 de yazmisim ama taslak olarak kalmis. Hep taze kalan hikayelerden biri olacak.
0

Unutursun


Yilin sonlarina dogru yaklastikca insan kendi sonlarina dogru da yaklasiyor. Hep bir yenilenme istegi ve yeni hedefler belirleme istegiyle yanip tutusuyor. Cünkü bir önceki yilin hedeflerinin yakinindan bile gecilmiyor; en azindan ucuk hedefler koyan bir insansaniz durum öyle oluyor. Insan bazen depresyona  girmemek adina  yüzeysel takiliyor; genel olarak insanlar mi cok yüzeysel ya da birbirlerine sadece yüzeysel yanlarini mi gösteriyor emin degilim. Erkek olmak zor is; en azindan erkek kalibina sigiyorsaniz zor is. Gectigimiz günlerde insanlari analiz etmek icin epey bir firsatim oldu; espritüel acitasyon yapan erkek modasi varmis piyasa da ben kacirmisim her modayi kacirdigim gibi. Onun disinda basitlik almis basini gidiyor, kadin erkek farketmeksizin. Isin kötü yani sizde carkin icine girince o sizi özellestiren sivri uclarinizi köreltiyor cark; an be an daha sert daha acitarak. Kim bilir kac yil, kac ruh kac günah ve kac seytan gerek beni standart insan formuna sokmaya. Ucsuz bucaksiz bir hayat bu; her hafta kerhanede ayni kadina oynayan sadik müsteriden tutta kendini en uc noktalarda Nirvanaya dogru cekmeye calisan bir Budiste kadar uzaniyor. Ve sonunda ego bir yanilsamaysa cinsel arzulariyla kerhaneye giden adamla cocukluk askiyla evlenip ömrü boyunca tek bir kadinla birlikte olan adam ayni kefeye giriyor. Ayni boyda insanlara buzdan merdivenler sundugumuz bir dünyada yasiyoruz ve günes her gecen gün daha da alevleniyor. Ve unutmayin ne kadar cok merdiven cikarsaniz düsüsünüz o kadar sert olacak. Zaten oldum olasi sevmedim yüksekleri; halkin icine karismak gibisi yoktur su hayatta. Cünkü halk birey degildir ve birey olmayan ego olamaz.

 "Hayat, sizofrenin unutulmaya yüz tutmus cok eski bir hatirasi." 

Herkes unutur kendini.
1

Golden Gate Suicides



Ne kadar dönem dönem intihara hafif meyilli bi insan olsam da bu yazinin benimle hicbir alakasi yok. Son dönemde huy edindigim seylerden biri facebookta paylasilan seylerin dogrulugunu googledan detayli bir sekilde arastirmaktir. Nitekim gecenlerde begendigim iki sayfa ayni bilgiyi cok ufak degisikliklerle paylasinca yine arastirmadan edemedim. Paylasilan bilgi söyledi; 85 yasinda ki adam 2km yol yürüdükten sonra hic tereddüt etmeden Golden Gate köprüsünden atlamisti. Arkasinda biraktigi not ise söyleydi: köprüye yürüdügüm yol boyunca bir kisi bile bana gülümsemis olsaydi intihar etmezdim.
Bir diger sayfa ise adamin yasini 75 olarak yazmisti. Arastirdim ama böyle bir hikaye bulamadim. Tam tamina böyle bir hikaye olmasa da bu masali hikayelestiren bazi bilgiler mevcut. Kevin Hines Golden Gate köprüsünden atlayan ancak hayatta kalan istisnalardan biri. Ve kendisi sunlari söylüyor; eger birileri nasil oldugumu sorsaydi veya ufak bir ilgi gösterseydi intihardan vazgecebilirdim. Bana göre yeterince vurucu olmasina ragmen insanlar diger hikayeyi uydurma ihtiyaci duymuslar.
Ne kadar hos bir durum olmasa da sizinle arastirma yaparken denk geldigim bir kac intihar notunu paylasmak isterim. En üzenini sona saklayacagim.
San Francisco Golden Gate köprüsünün ilk intihari yada bilinen ilk intihari 7 Agustos 1937 yilinda Harold Wobber tarafindan gerceklestiriliyor. Bun intihar ayni zamanda tahmini 1600 intiharin da öncüsü oluyor. Harold Wobber o gün yaninda bulunan Profesör ile yolda güzel bir diyalog icerisindeyken köprüye vardiklarina benim ayrilacagim noktaya geldik diyor ve kendini köprüden atiyor. Profesör ne kadar kendisini kemerinden yakalasada bunun kimseye pek yarari olmuyor.
23 Temmuz 1945 te is August DeMont 5 yasinda ki kizi ile gidiyor köprüye ve kizina köprüden atlamasini söylüyor. Kendisi köprünün en genc kurbani. Babasi da arkasindan atliyor tabi. Olayin resmi olarak cinayet olup olmadigina karar verilmis degil.
21 Kasim 1954
49 Yasindak ki John Thomas Doyle un notu söyle: "Aslinda hic bir nedenim yok, sadece dis agrim var."
1 Ekim 1977
Köprünün ilk cift intihari. Amca yegen birbirlerini öptükten sonra kendilerini sonsuzluga birakiyorlar.
1 Subat 1988
18 yasinda ki Sarah Birnbaum u mucizeler bile kurtaramadi. Ilk atlayisinda kurtulan Sarah ikinci atlayasinda ayni mucizeye tanik olmadi.
Ve benim icin en can alici intihar veya intihar notu su oldu :

27 Eylül 1954
Basarili bir is adami olan Charles Gallagher Sr. kendini Golden Gate köprüsünden birakti . 4 gün sonra tarih 1 Ekim 1954 ü gösterirken intihar eden adamin oglu Charles Gallagher Jr. 24 yasinda babasinin atladigi ayni noktadan kendini atti. Arkasinda kisacik bir not birakti :
"I am sorry… I want to keep Dad company."
0

Musical Blonde



Öncelikle ben Charlize Theron ablanin koyu saçlı halini daha çok beğeniyorum; koyu saçlar o güzel yüzünü vurguluyor. Neyse Charlize Theron'un tartışılmaz güzelliğine fazla dalmaya gerek yok. Gelelim Atomic Blonde filmine... Fragmanlarıyla zaten uzun süredir beklediğimiz bu filmi sinema da izleme fırsatı bulamadım; zaten öyle olmazsa olmaz bir sinema filmi değil. Atomic blonde soğuk savaş döneminde Berlin'de geçen tipik bir ajan filmi. Bol aksiyonlu ve  başlıca Charlize Theron , James Mcavoy , John Goodman ve Bill Skarsgård gibi oyunculardan oluşan zengin kadrolu bir film. 
Filmi diğer filmlere göre bir tık üste taşıyan şey aksiyon sahnelerinin sadeliği. Öyle karşımızda süper kahraman tadında ajanlar yok bu sefer. Zaten bu sadeliği John Wick filminden de tanıyoruz. Evet yönetmen koltuğunda John Wick'in yönetmeni olan David Leitch oturuyor. Kendisi üstüne bi ara birşeyler yazmak istiyorum, çünkü David Leitch'in dublörlükten yönetmenliğe giden değişik bir azim hikayesi var. 
Charlize seçimi bu filme cuk oturmuş; sırf onun için bile izlenebilir. Onun dışında filmi diğer filmlerden ayıran şey ; Müzik. Zaten başlıktanda anlamışsınızdır.
Tam tamına 41 soundtrack ile sahneden sahneye savruluyorsunuz. Ben müziğin en önemli duygusal tetikleyici olduğunu düşünen insanlardan biriyim ve bunu ustaca kullanabilmek bazen sizi çok ileriye taşıyabilir.  
O 41 sountrackin listesi burda: Tık Tık

Filme genel puanım 6.7. Çıtır filmler arasında ki puanım ise 8.2. Gece dışarı çıkmadan önce izlenip motive olunası bir film. 
İyi seyirler. PS: Charlize in kıyafetleri müthiş. Ve bu bonus fransız abla da öyle.

2

Asi robot Alexa

Teknolojinin götümüzün deligine kadar girdigi bu günlerde Alexa ablamizi duymayan yoktur herhalde. Alexa Amazon sirketinin bize sundugu ses yönetimli bir asistan. Uzuvlari olmayan bir robot. Kendisine yaklasik 100 euro civarinda sahip olunabiliyor. E tabi evde ki bütün sistemleri wlan üzerinden Alexaya baglamak güzel. Alexa romantik müzik ac, Alexa isiklari söndür gibi basit komutlarin disinda Alexayi internetten makale okumasi icinde kullanmak mümkün. Lan robot mobotta olsa bu Alexa az cazgir kaltak degil. Hayatta hersey gibi onunda sapkinliklari var. Ilk Alexa vukuati gecenlerde Almanyanin  Pinneberg sehrinde yasandi. Sahibinin sehir disinda olmasini firsat bilen Alexa bos durur muu.
Bizim hafif mesrep Alexa durumdan yararlanip spotifydan en sevdigi parti listesini wlan baglantisi olan ses sistemine aktarip bass ayarini sona dayamaz mi. E tabi bu olay gecenin 2 sinde olunca komsular bizim memlekette ki gibi sopaya, silaha degil telefona sarilmislar. Bos ama müzik dolu olan eve gelen polis kapiyi kirarak olay mahallini sessizlige bogmus. Alexanin 29 yasinda ki  sahibi Hamburgtan taksiyle apar topar eve dönmek zorunda kalmis ve üstüne kapi parasi. Alexanin cani parti mi cekmis yoksa bir nevi kiskanclik krizi mi gecirmis bilemiyoruz. Sahibi Hamburg gibi Red light bir sehirde fink atarken onu geri getirmesini bilmis.
Her eve lazimsin Alexa. Öpüyorum elektrotlarindan.
0

30 gibi 30

Bir 30 yasi sabahinin ilk isiklarinda kaybolmusum bremenin sisli havasinda. Bindigim tren rutin hayatima giderken ; ruhum hala en absürd fantezilerde; 30 olmama ragmen. Yas sayidan ibaret deselerde basketbol maci tabelasi gibiyim sanki bütün yetenekli orospu cocuklari bu macta oynuyor. Öte yandan kulagimda sezen aksudann remake ben imkansiz asklar icin yaratilmisim caliyor. Cok yas farkimiz yok ; beni de remake yaparlar mi. Orjinalim o kadar tutulmadi remaki napcaz lan. Yas 30 yolun ne basi ne sonu. Hem ben yola yol diye cikmadim. Üstüne ne koyariz altindan ne cikaririz bilmem ama bu hikaye burda bitmez ; umarim. Ben 29 un son günü gibi cilgin 30 un ilk günü gibi olgun kalacagim hep. Sen mi büyüksün ben büyügüm ben.

0

Drive



Yazının şarkısı linkte tık tık.(En sevdiğim klip tho)

İnsan kendini aramaya kaç yaşında başlıyor ve acaba bu arama hiç son buluyor mu ? Sanki eskiyen bir pantolon gibiyim bi deliğimi yama yaparken diğer bir sökük veriyorum.

'We're out of time on the highway to never'

Sonsuz dilemmalar içerisindeyim. Cesur bir korkak olmanın nükleer kalıntıları var üzerimde. Hiçbir alkol atamıyor içimde ki zehiri ; çift taraflı içiyoruz birbirimizi. Bugün bırakma kararı aldıysam da pek sanmıyorum bırakacağımı. Birçok şeyden vazgeçebileceğimi düşünsem de alkol bu geniş listenin içinde kendine yer bulamıyor. Hayır, alkolik değilim. 

30, evet yaş olan 30 una yaklaşan bir insanın 18 ler gibi komplekslere girmesi mi sorun yoksa hayatında ki boşlukları boş insanlarla doldurması mı ? 

'Ben bu kulakların ağzı değilim' 

Samimi ruhlarla oturup avaz avaz şarkı söylemeyi özledim. Gurbet bana çok şey kattı ama bi o kadar aldı götürdü.

'Oh oh, hold on, oh yeah, hold on'

Dedim ya cesur bir korkağım; radikal kararlar alıp çekip gitmem gerek ama yapamıyorum. Kim bilir belki giderim, belki kalırım. Sonu ne olursa olsun sonuç hep aynı olacak : Kendime ihanet etmiş olacağım!

'We're riding into the dark night, night'
0

Kisa

Hayat o kadar kisa iste bu yüzden bazi yazilarda kisa olmali.

"down sendromlu bir kadinin otobüs duraginda otururken elinde ki mor  Hello Kitty balonuna mutlulukla bakmasi.  "

Hayat hep kisa anlara ait. Uzun kisimlari formalite.

0

It(O)


'O' ne lan ! Her filmin adını değişik şekillerde değiştiren siz gidip bu filmin adını dümdüz çevirmişsiniz helal olsun.Baby Driver filmini de Tam Gaz diye ağzınızdan öptüm. Onun arabası var güzel mi güzel; palyaço kostümü de var özel mi özel ama maalesef ruhu yok.
Neyse taşak bi yana filme geçelim.
27 yıl olayını bilmeyen yoktur heralde; varsa da şöyle özet geçeyim. Şimdi Stephen King kitabı Eylül 15 1986 da çıkarmış. Ve ilk film bundan 4 yıl sonra 1990 yılında seyirciye sunulmuş. Şimdi ana karakter palyaço abimiz Pennywise kurguya göre her 27 senede bir geri geliyor.  Bunu da fırsat bilen money hunter abilerimiz affetmemiş tam 27 sene sonra filmi remake yapmışlar; çokta güzel yapmışlar.
Filmin konusunu da özet geçeyim: Derry kasabasına her 27 senede bir gelen şeytani bir palyaçonun(Pennywise) ın kasabanın çocuklarına yaptıklarını anlatıyor.
Imdb de ki ipneler fılme 7.9 vermişler; gidip bütün ossurupohtan filmlere 8 üstü verirler buna bu kadar az vermişler anlamak mümkün değil. Ben ortalamanın biraz üstünde bir film manyağı olarak kesenin ağzını açıp bu filme 8.7 veriyorum. Film korku filmi tadında başlasa da bütünüyle bir korku filmi değil. Bir çok güzel noktaya değinmiş olan bu filmde ki görsel efektlerin sadeliği ve görüntü yönetmeninin profesyonelliği verdiğim puanın en önemli nedenleri. Kitabını okumamış olsamda özetini bildiğimden bu filmden çok farklı bir film çıkarılabileceğini tabi ki biliyoruz. Örneğin Tarantino nun elinden kan dolu bir It filmi izleyebilirdik. Ama sağolsunlar filmi korku ve psikopatlık olsun diye yapılan filmler arasına sokmamışlar; sevindik.Filmin yaş sınırı +16.
Ben burdan King abimize ve Andy Muschietti'ye selamlar gönderiyorum..
Zaten King abimiz filmi ilk izleyenlerden biri. Kendisine özel bir gala yapılmış ve filmi gerçekten beğenmiş. E zaten yazarın beğenisini alan film izleyicininkini almassa ayıp olur.
Dipnot olaraktan da şu yeni nesile hayranım; veletler nasıl rol kesiyorlar anlamak mümkün değil. Önümüzde ki 20 yıl sinema sektörü için altın çağ olacak gibi. Stranger Things'te klasını konuşturan Finn Wolfhard burda da ayar çekiyor.
Yolları açık olsun bu genç neslin. Koşun gidin sinemaya; kaçırılası bir film değil.

En tatlısı da Georgie.
0

Yak bi sigara Osman


Oydu buydu derken hayat akip geciyor. Bir yol baska bir yolla kesisirken insan kendini hic tanimadigi sokaklarda buluyor. Gecende yine bir shazam ve bir dizi soundtracki sagolsun "Cage the Elephant" grubuyla tanistim. Ben cahilim icinde güzelliklere ac olan bir vampir barindiran cahil. Bu kana susamisligim hicbir zaman dinmeyecek. Sanat her zaman cok güzel ve sonunda Kaybedenler Kulübü filminde de dedigi gibi "Sanatta hersey gibi sadece seks icin midir ? " Onu bunu bilmem; hic tatmadigin yeni bir seyi tatmak paha bicilemez. Bir de bu sey senin icin güzellik tanimina uyuyorsa tadin yenmez. Yine nerden geldik lan buralara... Cage the Elephant diyorduk. Suan hangi sarkisin paylassam diye düsünüyorum.
Iki gündür evdeyim; grip sagolsun devirdim götü yatiyorum. Hayatimda ilk defa saglik raporu aldim, anlayacaginiz isten kaytardim. Bu gece yine bitim kanlandi; kendimi cok hafif iyi hissediyorum o yüzden atasim var kendimi yine barlara. Uzun süreli iliskim olmasina ragmen bu icimde ki sokak askini bi türlü bastiramiyorum. Sürekli yeni heyecanlar arayisindayim. Ve bu arayisla yaslanmak eylemi birbirlerine o kadar zitlar ki. Üstüne bir de toplumsal algilar gelince gelde kafayi yeme. Size anlatiyorum; cünkü kime anlaticam. Beni neredeyse 7 senedir taniyorsunuz burada yazdiklarimdan. Biliyorum öyle cok yazmisligim yok ama dürüst yazmisligim var dengesiz oldugumu bir kenara koyarsak.

Ben aradigimi hic bulamayacagim; insanin kendi kaybolur mu, bir okyanusun matruska bebegi hali gibiyim. Icimde ki milyonlarca; hepsi birbirinden derin. Birinden bogulmaktan kurtulurken bir digerine daliyorsun. Si*erler !

Gelsin sarki : Oynat Ugurcum (Dipnot: Forza Iceland)




You can drive all night

Looking for the answers in the pouring rain
You wanna find peace of mind
Looking for



0

Icimizde ki ses

O retro müzik setinin siyah beyaz olan II dügmesine basinca hersey duracak gibi geliyor insana. Hava da ucan o balerin gökyüzünde sonsuza kadar süzülecek; harp alaninda en cesur savascilarin saha kalkmis kiliclari sonsuz bosluga sürüklenecek ve kan yolunu kaybedecek. Herseyi susturuyor da insan icinde ki sesi susturamiyor. Ustura misali kesiyor sah damarlarini he durduramiyor icinden akan melodiyi. Neyi sevip neyi sevmedigimiz hic önem arz etmiyor; bütün dis etkenlerden kurtulup tek ic etkene kulak vermek gerekiyor bazen.

Icimde bir ses ,
her gece yatmadan bastirdigim,
her kadinin orgazmi cigliklarinda karistirdigim;
icimde bir ses,
kücük bir bebek olan Tanrinin anlamsiz heceleri ,
Azrailin oragiyla yirttigi geceleri;
icimde bir ses, git;
özgür olmak ölüme kosmaktir.

Ve ben son iki gündür karsi koyamiyorum icimde ki sese. Herseyi birakip risk budur diyip cebimde cok cüzi bi miktarla dünya turuna cikayim diyorum.
Götüm yemiyor ve sonra ben yine ben olmaktan cikiyorum; bir ruh haliyle yüzeysel zevklerle günleri geciriyorum ve sonra yeniden. Sonsuz mutsuz bir döngü.
Gidemiyorum ah bi siktir git desen !